1982 yazını köyde geçiren İstiklal Savaşı Gazisi Nihat Dede, torununa bulgur pilavı yerken neden gözlerinin dolduğunu ve karşı tepelere uzun uzun baktığını anlatıyordu:
1921 yılının kara günleriydi oğul. Sakarya Harbi günleri... Darülfünundaki mühendislik fakültesini bırakıp cepheye koşmuştum. İhtiyat zabiti (yedek subay) idim. Yunan palikaryaları yorgun Anadolu’nun üzerine salınmıştı. Bu ağır yük, bu büyük dava Sakarya’ya düştü. Kamyonu olmayan ordu kağnıyla, tekâlif-i milliye emriyle halktan toplanan çarıkla, malzemeyle, 4 uçağından çalışan bir tek uçağıyla, her silah türünde en az iki kat üstün şedit bir düşmanla Sakarya Nehri boyunca bir ölüm kalım cihadındadır. Mağlubiyet Ankara’nın düşmesi demektir. Bu şeraitte düşman çetelerini icabında bıçakla, taşla, çıplak elle püskürttük. Kahraman ordu son takatiyle "Duatepe"ye hücuma hazırlanıyordu. Müfrezem yaman dövüşürdü. Daha evvel menfur düşmana cephe gerisinden baskınlar yapmış, kan kusturmuştuk. Taarruzdan önce gözü pek çavuşum Mehmet, kumanyanın geldiğini söyledi sevinçle. Tahta kasalar, cephane sandıklarıyla getirilen bulgur pilavı taşlaşmıştı. Çavuş ve neferler kürekle ezdikleri pilavı iştahla yediler. Helalleşip iki koldan düşman ön hattına gizlice yaklaştık. Benim grup gafil avladığı düşmanı süngüleriyle hakladı. Sol tarafımızdan acı bir mitralyöz sesi duyduk. Arkadan gelen akıncı müfreze mitralyözü kullananların icabına baktı ama nafile! "Eyvah" diyerek o tarafa koştum. Mehmet Çavuşu buldum. Kanlar içindeydi. "Kumandanım" dedi. "Söyle aslanım, söyle oğlum hadi..." Oracıkta şehit oldu. Mehmet Çavuş’u kucağımdan aldılar. "Durun! Bir şey söyleyecekti" dedim çaresizce. Sıhhiyeci onbaşı diğer şehitleri gösterdi: "Kumandanım! Hepsinin söyleyecek sözleri vardı."
Taşlaşan pilav son nasipleriydi. O günden beri bulgur pilavını yerken gözlerim dolar ve Duatepe’ye benzettiğim tepelere bakarım...
Son sözlerini "Ayağa kalk Sakarya!" diyerek söyleyen şühedamızın intikamı bir yıl sonra Büyük Taarruzda alınacaktı...
Hakan Karagöz
ŞİİR
Kışçasına dörtlükler...
ÇOCUK
Öyle bir sahne ki; bitmemiş binalar,
Kesilmiş, kenara atılmış odunlar,
Kışa girmiş, karlı, üşüyen ağaçlar,
Senin titremene ağlar, şimdi, çocuk!
BİLMECE
Yukarıdan aşağıya,
Soldan sağa, ardın sıra...
Bilmece mi sundun şimdi?
Avareyim, peşin sıra!
BİLLUR
Duyguları uçurur, tane tane, geceden,
Be-yaz be-yaz, ya-ğar kar, he-ce-den, he-ce-den.
Ne ay, ne güneş, şimdi merakımız değildir.
Kopamayız, o billur ışıklı düşünceden.
DÜĞÜN
Kış, ATM'yi kurmuş, ormana ve tarlaya!
Akça pakça gümüşler saçılmış bir masaya!
Kredi kartsız, kasasız, ne varsa bedavaya!
''Tabiat Kız'' gelinmiş, ''Damat'' girmiş havaya!
DAĞ
Bu bir fâninin yerde adım atışı değil,
Bu bir bedenin ''İmdat!'' diyene gidişidir!
Bu bir kartalın, avı için dalışı değil,
Karlı dağın, zirvede, göğe yükselişidir!
Rıdvan Üzel
UNUTULMAZ ESERLER
MEVLÂNA KÜLLİYESİ: Mevlâna Türbesi ve Mevlevi Dergâhı Külliyesinde, türbede büyük evliya, İslâm âlim ve mütefekkiri, Hak âşığı, Mevlâna Celaleddin-i Rûmî hazretleri metfundur. Selimiye Câmii'nin doğusunda, Üçler Mezarlığının kuzeyindedir. Külliyenin batısı derviş hücreleri, öbür tarafları duvarlarla çevrilidir. Külliye; Yeşil Türbe, gümüş kapı, mescit, derviş hücreleri, matbah, Hurrum Paşa Türbesi, Hasan Paşa Türbesi, Sinan Paşa Türbesi, Murad Paşa Kızı Türbesi, Mehmet Bey Türbesinden meydana gelmiştir...
Yeşil Türbe, hazret-i Mevlâna'nın vefatından beş sene sonra 1278'de Mîmar Bedreddîn Tebrizî'ye yaptırılmıştır. Mevlâna hazretlerinin yanında mübarek babası Sultân-ül-Ulemâ Behâeddîn Veled, oğlu Sultan Veled, kâtibi ve vefatından sonra halifesi olan Hüsameddin Çelebi, talebesi Selâhaddin Zerkubî, torunları ve yakınları yatmaktadır. Türbenin üzerinde Kubbe-i Hadra (Yeşil Kubbe) denilen külah biçiminde on altı dilimli güzel bir kubbe vardır.