Şunu bir kere baştan söylemeliyim ki dünyada insan kâinatta hiçbir zaman geçmişe dönemez, dönemeyiz... O filmlerde filan yapılan hayallerin yansıması anlamındaki flashback’ler filan hikâye... Belki geleceğe gidebilir insan ama geçmişe asla gidemez... Niye mi bu bir kere fizik kurallarına aykırı da onun için...
Efendim çünkü içinde yaşadığımız dünya da dâhil kâinat her an genişliyor. Zaman mekâna tabidir. Biz üç saniye önceki yerimizde değiliz. Bütün sistem sürekli genişliyor... Hem de milim milim filan değil ışık hızıyla... Bunu anlamaya çalıştığınızda bazen akıl havsala yetmiyor...
Bana diyorlar ki sen samimisin... Evet samimi olduğumu biliyorum. Ama benim samimi olduğuma değer verenlerin verdiği değere göre kendimi değerlendirdiğimde şunu fark ettim kendi kendime... Ben mekânlara değil de mekânın içindekilere değer veriyorum... Bilmem duydunuz mu bu sözü: “Şerefü`l-mekân bi`l-mekîn” derlerdi eskiler... Anlamı şöyleydi: Bir mekânın şerefi mekândan değil mekândakinden gelir...
Benim için de öyle aslında... Şu İstanbul Boğazı’nda bir köşk olsa ben o köşke değil de içindeki insana verdiğim değer kadar o köşke değer veririm.
Gittiğin tatil beldesinde eskisi kadar seni bir şey cezbetmiyorsa belki eskiden orada seninle sohbet muhabbet ettiğin kimseler olmadığı veya kalmadığı içindir... Ah şimdi gel de duygulanma... Hayatta yaşamanın tadı bile yaşadığını sana hatırlatanlar ile anlamlı... Şöyle seni gördüğünde “ooo” diye kollarını açan, veya birkaç hafta aramadığında arayıp “neredesin bre” diye hâlini hatırını soran, gittiğinde birlikte oturup bir ağaç altında mehtaba karşı deniz dalgalarının melodisinde demli çayını yudumladığın kafa dengi arkadaşın artık yoksa o mehtabın, o denizin, o ağacın ve o çayın ne kadar anlamı olabilir ki? Sadece içersin o kadar... Mekânlar değil mekânların içindekiler hayata ve size anlam katıyor dostlar, dostlarınızın kıymetini bilin...
Halid Yazıcı
Vay hâlimize
Anne baba yaşlıysa kalır huzurevinde
Kedi köpek şanslıysa başköşede hanede
Komşuluk yok akraba hâl hatırı nerde
Hayırlar unutuldu, yarışır olduk şerde
Ona moda derler ki böyle yok ecnebide
Özüm kaldı geride her gün daha geride...
Keçi koyun azaldı arttı köpek sürüsü
Böyle giderse çok aranır eşek ölüsü
Helal haram fark etmez yeter ki gelsin para
Rüşvet, iş görmek oldu iş görmeyen maskara
Mangalda kül kalmadı üfüren üfürene,
Kendine dokunmazsa başkasından bana ne?
Vicdanlar rahat değil, nasıl rahat etmeli?
Kendi kendine bile yalanlar söylemeli.
Orhan der ki el idik şimdiyse yad el olduk
Dil din tarihe küstük şu Batı’da kaybolduk...
Orhan Yavuz Ejder- Akhisar
ASETON: Kimyasal ve sınai önemi olan organik bir çözücü, alifatik (düz zincirli) ketonların ilk üyesi. Renksiz, kokulu, akışkan bir sıvıdır. 56,3°C’de kaynar. Şiddetli yanıcıdır. Donma noktası -95°C’dir. Alkol, su ve eterle her oranda karışabilir. Kimyaca ismi, propanon veya dimetil ketondur. Çözücü özelliklere sahip olduğundan çok kullanılır. Birçok yağları, reçineleri, selüloz nitrat ve selüloz asetatı çözer. Bu özelliğinden dolayı aseton, patlayıcı madde ve sentetik iplik fabrikasyonunda geniş ölçüde kullanılır. Çok sayıdaki önemli kimyasal reaksiyonları ile laboratuvarda ve sanayide birçok organik maddeler yapmak mümkündür.
Fizyolojik olarak idrarda ve kanda mevcuttur. Özellikle şeker hastalarının idrarlarında çok miktarda bulunur ve bundan dolayı idrarın aseton kokması teşhiste çok yardımcı bir bulgudur.
Çok anlamlı bir yazı. Elinize sağlık.