Şöyle bir geriye gidelim; her andığımızda derin bir iç çekmemize sebep olan eski yıllarımıza… Anne babamız bize yeni bir kıyafet aldığında kırışacak diye dolaba koymaz; üzerine damlayıp da leke kalacak korkusuyla o elbise üzerimizde iken dondurma dahi yemeye çekinirdik. Hele o bir çift yeni ayakkabı... Düz yolda bile yürürken bir yere çarpıp zarar görmesin diye pürdikkat eden nesilden geldik...
Şimdiki çocuklar bir elinden telefonu, tableti vb. düşürmezken, her istediği oyuncağı aynı anda odamızda görmek bile bizler için sevinç ötesiydi. Annelerimiz misafir odasının kapısını, âdeta kuşatılmak üzere olan bir kaleyi korurcasına kapalı tutar; sadece misafirden misafire bir heves açardı. Hele ninelerimiz, binbir emek işledikleri dantellere çay dökülmesin diye çocuklara tatlı tembihlerde bulunurdu. Hele bir masa örtüsü yırtıldı mı “al at bunu” yerine ustaca, hünerle dikiş dikilerek yenisinden daha sağlam hâle gelirdi. Boşalan metal çay kutularından tatlı bir süslemeyle ergen kızlarımıza cicili bicili takı kutusu yapardı annelerimiz...
Gömlek kolumuz, ceket kolumuz mu aşındı, kumaşına uygun bir yamayla, bugün alışveriş merkezlerinde gördüğümüz kaç bin liralık değme yeni kıyafetlere taş çıkarırdık. Mutfak dolaplarının üzerinde, sürahiden bozma kumbaralara alışveriş sonrası artan paralar atılır, çocuklara harçlık olurdu. Evde her daim mis gibi tarhanalar, turşular, reçeller yapılır; belirli sabah ve akşamlarda misafir geldiğinde filan kek, poğaça kokuları yükselirdi. Reklam dünyasının esir aldığı bu çağda, bizler her günümüzü zararlı fastfood denilen yiyecekler içinde sipariş vererek değil evde sağlıklı pişen yemekleri yiyerek geçirirdik. Bir araya toplandığımızda “zombicilik oynayalım” ya da “ne kadar çok adam öldürürsen o kadar çok seviye atlarsın” şeklinde oyunlara yer olmazdı. Daha doğrusu bizlerin aklı da hayal dünyası da bunlarla bulanmamıştı. Okul kapandığı vakit ‘hangi havuza, hangi tatile gidelim” hayalleri hatta ana babaya ısrarlar yerine yaz tatilini ne kadar verimli değerlendirelim diye plan yaparak geçirirdik...
Zeynep Böhürler
ŞİİR
İHANET ETME
Bu devlet ki sana dedelerinden emanet
Mahrum etme, hiç kimsede olmasın sefalet
Bu devleti taşımak sana geçmişten vasiyet
Etme hıyanet, ihanet sevilmeyen hareket
Tek kalsan da son kurşun olsan da bırakma
Söz ol, kalem ol, kılıç ol, kalkan ol
Ateş ol yağ üzerlerine, su ol, ol herkese muavenet
Defter açıldığında koptuğunda kıyamet
Âlemlerin efendisinden,
Yaratılmışların en şereflisinden,
Asaletin vücut bulmuş,
Güzellerin en güzelinden
İsteyecek yüzün olsun himmet.
Tayfur Uçar
TEBESSÜM...
Nasıl başarmış?
Adam bahçedeki salatalıkların talan edildiğini görünce hanımına dert yanar:
“Şu işe bak sen! Komşunun tavukları bizim salatalıkları âdeta talan etmişler... Üstelik geçenlerde komşuya rica etmiştim:
“Ne demiştin?
“Aradaki duvarda açılan deliği tamir et” diye rica etmiştim. Hiç oralı olmadı.
Hanımı kocasını sakinleşirdi:
“Sen o işi bana bırak. Ben hallederim...”
Gerçekten de iki gün sonra adam bahçede salatalıklarına bakmaya gittiğinde bakar ki duvardaki o delik tamir edilmiş. Hemen geri dönüp hanımına sorar:
“Bu işi kimseyle konuşmadan nasıl başardın hanım?”
Hanımı gülümser.
“Çok basit, bakkaldan aldığım iki yumurtayı salatalıkların arasına sakladım. Komşu bakarken de tekrar bahçeye inip oradan aldım. Bunu iki gün tekrar edince, adam hemen duvardaki deliği kapattırdı.”