Deniz kokuyor. Uzak yakın martı çığlıkları üzerimizde her an. Köprüde balıkçılar tetikte, lüfer ha vurdu ha vuracak oltaya; yoksa istavrite razıyız.
Balık kokuyor. Biraz sonra pırıltılar dökülecek laciverdi kararan suların üstüne. Yollar, köprüler kalabalık şimdi. Herkes bir adım yaklaşmanın derdinde evine. Kediler balık peşinde belli ki, umutlular oltalara bakarken balıkçılar gibi onlar da rızkına razı.
Akşam iniyor yavaş yavaş İstanbul’un üstüne; Marmara’yı kuşata kuşata gurup, indiriyor pespembe bir perdeyi günbatısına. Bir hafif müşfik rüzgâr, okşuyor buruşuk suları evlat gibi karanlığa teslim etmeden. Sarayburnu açıklarında otuz kulaç dibinde suyun, bir yengeç oynuyor kumda.
Bir gemi giriyor boğaza bir gemi çıkıyor boğazdan. Bir vapur düdüğü kasıp kavuruyor ortalığı. Kadıköy vapuru köprüyü selamlayıp yaklaşıyor tatlı bir tornistanla Eminönü iskelesine. Korna sesleri karışıyor vapurun sesine, martı çığlıkları doldurup boşaltmaya devam ediyor Haliç’i. Galata Kulesi’ne gün vurmuş. Kim bilir kaçıncı akşam güneşi selamlıyor taş duvarlarını Cenevizli ustalar oraya yerleştirdiğinden beri?
Akşam iniyor iyiden iyiye. Bir renk var havada, pembe desem değil sarı desem değil turuncu desem değil. Ayasofya saklanıyor. Bir renk işte önüne koyuyor Yeni Cami’yi. Beyazıt Kulesi’ni ve ulu Süleymaniye’yi… Bir masal olup uçuyor gün karışıyor zamana. Bir masal fotoğrafı bırakıp anılarımıza sanki hiç yaşanmamış. Bir biri ardınca tekbirler salınıyor göğe doğru vakit tamam.
Köprü’nün sol yanında, saatlerdir beklemekte olan balıkçının oltasına bir balık vuruyor o anda.
Belki lüferdir yoksa balıkçı istavrite razı.
Volkan Toprak – Bursa
***
ŞİİR
İKİ YOL, BİR ÇİFT KAPI
Usta, yapmış binayı; açmış da “iki kapı”
Han kapısı değil bu, vurulmadan girilmez!
İkincide –ölçülür- paşanın, beyin çapı
Birincinin bedeli verilmeden girilmez!
Siyah halı üstüne, kurulmuş yeşil divan
Direk, duvar yapmadan çatılmış mavi tavan…
Çok konuk ağırlanmış; olmuşlar, yola revân
Yola, -bir kılavuza sorulmadan- girilmez!
Bir’e yönel -ihtiyaç duymadan- muhannete
O varken, lüzûm var mı, âcizlere minnete?
-Âmeli gereğince- cehenneme, cennete
Zerre tartan terazi kurulmadan girilmez!
Sayısız nimetiyle, ikrâm etmiş bolluğu
Akıl-iz’an vermiş ki; hazırlasın yolluğu…
Kimse, tekmîl edemez, yaradana kulluğu
Huzur-u ilâhîye, yorulmadan girilmez!
Kulluktaki nirengi, emirlere uymaktır
Gönül gözüyle görüp yüreğiyle duymaktır.
Nefsi aç koyup Rabb'in sevgisiyle doymaktır
Baş eğip –alın yere- sürülmeden girilmez!
Dağ, deniz, ova, bayır, vaha ve çöl yaratmış
İnanan-inanmayan sayısız kul yaratmış
Dikenler arasında “bir gonca gül” yaratmış
O gülün yaprağından derilmeden girilmez!
Hakkın sâdık kulları “yaşıyorken” öldüler
Dünyayı, bir çırpıda, kalplerinden sildiler.
Reng-â-reng açıldılar; filizlenmiş güldüler
Bu bâbdan; ölüp ölüp dirilmeden girilmez!
Bir ümmînin vak’ası, oldu; ona tedâî,
Kadıyken, ciğer sattı; Azîz Mahmud Hüdâî!
Çıkardı kaftanını-kavuğunu “fedâî…”
“Nefsi azdıran putlar” kırılmadan girilmez!
Pâdişahı unutmuş, kullarından korkuyor,
Namazla tanışmamış, ezan duysa, ürküyor…
Beslendikçe, semirip etrafına sarkıyor;
Nefsin önüne duvar örülmeden girilmez!
On sekiz bin âlemi, yarattı “altı günde”
Dünya, punda getirip –atar- insana künde…
Ümmet, sıraya girer, Resûlullah en önde
Hakk’a, Resûle boyun burulmadan girilmez!
Şeytan, “bir tek isyanla” ebedî lânetlendi,
“Mü’minler kardeş…” dedin, yolunda kenetlendi;
Kulun hesabı –iki melekle- denetlendi,
El-Hâk, dosdoğru yola varılmadan girilmez…
Ahmet Feyzioğlu
GÜZEL SÖZ
“Kibirliyi ne Allah sever, ne de kul sever. Sen insanları seversen Allah da seni sever”