Osmanlının vakıf medeniyeti olduğunu söylemeleri gerçekten doğruymuş. Binlerce vakıf kurmuş ecdadımız. İşte bunlardan biri “Yaz Günlerinde Soğuk Su Dağıtan Vakıf” imiş.
Bu vakfı çocuklara sevdiren hikâyesi de şöyle:
“Üç lise öğrencisi ödev hazırlamak için kütüphaneye gideceklerdi. Güneşin en tepede olduğu saatte Ahmet kütüphane önünde buluşacakları yere biraz erken gelmişti. Cebindeki harçlığını kontrol etti. Parasını düşürdüğünü anladı. Aradı taradı bulmadı.
-Bak sen şu işe yaa, dedi bir gazoz kapağını tekmeleyerek…
Nasıl da terlemişti… Bir şişe su alacak parası yoktu… Arkadaşlarıyla buluştuğunda onlardan isteyip istememek arasında kararsız kaldı. Susuz kalsa demek susuzluktan ölecek miydi? Para olmadan su yok muydu?
Üç arkadaştan ikisi de geldi az sonra. Onlar da terlemişti sıcaktan. Yandaki büfeden birer şişe su alırken Ahmet’e “sen de alır mısın?” diye sormadılar bile… Ahmet de utancından isteyemedi. İki arkadaş kana kana şişe suyunu içerken Ahmet yutkundu. Sonra birlikte kütüphaneye girdiler…
İlginç vakıflar hakkında bilgi toplayacaklardı. Bir tanesi vakıf kurucusun ismine takılmıştı:
-Bakın bakın… Kuranın ismi amma da uzun…
-Nasıl?
“Ali Ağa bin Hüseyin bin Mahmut Ağa bin Hüseyin Ağa bin Mahmut Ağa…”
-Hah ha ha… Hep ‘ağa bin ağa bin’ olmuşlar değil mi?
-Bu uzun isimli adam ne vakfı kurmuş acaba?
Çocuklardan biri anlamını bilmediği kelimelere göz gezdirirken mırıldandı:
-Sebil mebil, kar, su falan diyor ama…
Ahmet kulak kabarttı… Sayfayı aldı. Doğruca kütüphanedeki rehber öğretmene gidip sordu:
-Burada ne yazıyor hocam?
Öğretmen, şöyle yazıya bir göz gezdirip açıkladı:
-Bu şahıs Hicri 1277, Miladi 1860 senesinde bir vakıf kurmuş. Yaz günlerinde her gün bir katır yükü kar getirtiyormuş bu Mahmut Ağa. Atça’da bir cami yaptırmış. Onun sebilhanesine döktürüyormuş. Yani halk soğuk su içsin diye. Bir katır yükü kar da vakfın sebilhanesine koyduruyormuş. Müslümanlar soğuk su içebilsin diye.
Ahmet, öğretmenden aldığı bilgiyle masasına dönerken, bugünün insanı ile o zamanın insanını kıyaslamıştı. “Keşke o zamanda yaşasaymışım” diye düşündü…
Sevay Özden Güzey
ŞİİR
YAPRAK DÖKÜMÜ
Birer birer gidiyoruz, dökülmeye başladık
Pek az kaldık bitiyoruz, dökülmeye başladık.
Ahlar düşmez dilimizden, ağrı gitmez belimizden
Bir şey gelmez elimizden, dökülmeye başladık.
Her şey çıkmaz sokak gibi, suya hasret toprak gibi
Sonbaharda yaprak gibi, dökülmeye başladık.
Motor suyu kaynatıyor, nefis elde oynatıyor
Dertlerime dert katıyor, dökülmeye başladık.
Ahmet hasta yatıyormuş, derdine dert katıyormuş
Kemikleri batıyormuş, dökülmeye başladık.
Nedim, Salih, toprak oldu, üzerine yağmur doldu
Nöbetçi'nin benzi soldu, dökülmeye başladık.
"Nöbetçi Şair"
KELAM-I KİBAR KİBAR-I KELAMEST
(Büyüklerin sözü, sözlerin büyüğüdür)
İmam-ı Rabbani hazretleri "kuddîse sirruh" Mektûbat'ta seksen yedinci mektupta buyuruyorlar ki; “Bir insan bütün Peygamberlerin (aleyhimüsselam) ibadetlerini yapsa, üzerinde kul hakkı varsa ve helalleşmezse Cennete giremez. En büyük kul hakkı; birinin arkasından konuşmaktır. Gidip onunla helalleşmesi lazımdır. Veyahut da alışverişte hile yapmaktır. Dünya menfaatini ahiret menfaatine tercih etmektir. Ahireti unutarak dünya kazancına hile karıştırmaktır.”