Bir ara insanların toplum psikolojisini test etmek adına haberler hazırlanıyordu. Bir sokağa hiçbir açıklayıcı bilgi asmadan kordon çekip geçişi yasaklıyorlardı. Sonra kenarda izliyorlardı. Ne enteresan ki, oraya kadar gelen her sürücü, yolun bir uyduruk bant ile kesildiğini görür görmez fren yapıp, geri geri çıkarak istikametini başka yöne çeviriyordu. Bir sürücü dahi çıkıp da bu olayı sorgulamıyordu.
“Arkadaş kim kapattı bu yolu! Niye kapattı? Yok mu bir açıklama?”
Soran olmayınca yaklaşık bir saat süren bu uygulamaya son vererek haberi yapmışlardı:
Derler ki vakti zamanında bir ülkenin kralı şehre giden yolun üzerine böyle bir uygulama ile bir kaya koydurmuş. Demiş ki görevlilere:
“Takip edin bakalım uzaktan. Halkımın bu uygulamaya tepkisi ne olacak?”
Görevliler uzaktan gözetlemişler.
Nice bezirgân, nice tüccar nice hekim yoluna çıkan bu kayaya bir anlam verememiş. Sonra da arabalı olan arabasını, kayanın kenarından dolaştırmayı tercih etmiş. Arabalı olmayan da yine kayanın kenarını dolaşmış. Bu arada kralı eleştirenler bile olmuş: “Koskoca kral, şehre giden bu yoldaki kayayı kaldırtmaz mı?”
Nihayet şehre meyve getiren manav sırtında küfe ile gelip kayanın hizasında durmuş. “Bu küfe ile kayayı dolaşmanın ne anlamı var?” diyerek küfeyi sırtından indirmiş. Hiç düşünmeden kocaman kaya parçasını yolun kenarına iteklemiş. O ara bakmış ki kayanın altında bir kese. İçinde de altın var. Çok sevinmiş. Bugünkü anlamıyla bunun bir kamera şakası mı yoksa bir rüya mı olduğunu düşünerek keseyi açmış. İçindeki kral imzalı notu görünce rahatlamış:
“Bu kese, bu kayayı yolda gördüğünde kenara itmek için girişimde bulunan girişimci vatandaşımın ödülüdür.”
Zaten ne demişler, eğer siz önünüze çıkan engelleri aşarak hedefinize ulaşabiliyorsanız başarılısınız demektir. Yoksa önünüze çıkan engeli başkaları kaldırıyorsa oradan hedefe herkes ulaşır. Ulaşılan hedefte de sonuç alınmaz…
Gülşah Bade Nazlıoğlu
ŞİİR
Gör beni...
Fırtınayım, dağıtırım, eserim;
Engellerin durdurması zor beni,
Bana doğru yontar, benim keserim;
Dünya bilir, el âleme sor beni!..
Sütten çıkmış ak kaşığım anla sen(!)
Söylüyorsam, dikkat kesil dinle sen,
Ben neymişim, dağa taşa ünle sen,
Nere gitsem herkes başa kor beni…
Kanadım var dağdan dağa uçarım,
Dostlarıma yaylaları açarım,
Hazinemden avuç avuç saçarım,
Çık karşıma durdur beni, yor beni…
İşte ben de hayâl kurar, akarım,
Yokuşları, düşe kalka çıkarım,
Ateş olsam, cürmüm kadar yakarım!
Al eline, yerden yere vur beni!..
Atıp tuttum, sakın bana inanma,
Kul hakkına çok dikkat et aldanma,
Her adımın hesabı var kâr sanma,
Hasır gibi, kilim gibi ser beni!
Ömür bitmiş ne geçti ki elime,
Malâyanî söz söylettim dilime,
Hayat ayna, şöyle baktım hâlime,
Düşündükçe bastırıyor ter beni!..
Son nefeste imân yoksa düş dile!
Hakâretler yağmur olsa az bile,
İman varsa huzur olur her çile,
Duâlarla şu toprağa ver beni!..
İsmail Çetin
TARİHTEN BİR YAPRAK
II. SELİM HAN: II. Selim Han döneminde, Büyük Okyanus ile Hint Okyanusu arasında bulunan Sumatra, Malaka Yarımadası ve birtakım küçük adalara hâkim olan Müslüman Açe Sultanlığından bir elçi gelmişti. Uzun yıllardan beri Hint Denizi'ndeki Portekizliler çok zengin doğal kaynaklara sahip olan bu adalara göz dikmişlerdi. Açe Sultanı Alâüddîn Şâh, devrin cihan devleti olan Osmanlıdan top, topçu, silâh ve askerî uzmanlar istiyordu. Bu sırada Yemen isyanı çıktığından yardım geciktirilmişti. Selim Han, 1569’da bu uzak sefer için Kızıldeniz Kaptanı Kurdoğlu Hayreddin Hızır Reis’i atadı. Bu değerli amiral, Aden’i kurtardıktan sonra, 22 gemilik bir filoyla hareket etti. Beraberinde muhtelif usta, birçok top, asker, silâh, mühimmat ve yüzlerce gönüllü levent ve topçuyu Açe Sultanına teslim etti. Açeliler, bu leventlerin hatıralarını, Türk bayraklarını zamanımıza kadar kutsal bir hâtıra olarak sakladı. Osmanlı Devletinin etkisi Uzak Doğu’ya, Güneydoğu Asya’ya, Endonezya’ya kadar uzamıştı...