Elbette her insan yaradılışı gereği, önce “ben” demektedir.
Hemen herkes hayatın her safhasında, kendisine en kolay gelen, en zevk aldığı, en sevdiği, en becerebildiği türde bir yaşayışı ister. Lakin bu şans veya kısmet herkese nasip olmaz.
Ancak şöyle de bir gerçek vardır ki herkesin kendine öncelik tanıdığı bir hayatta ister istemez denge bozulur. Kaos başlar.
Bir trafik akışkanlığını sağlayan en önemli unsur, araçların birbirlerinin hakkına hukukuna riayet etmeleridir, uygun hareket etmeleridir. Geçiş üstünlüğü aracın rengine, markasına vb. göre değil, trafikte bulunduğu konuma göredir.
Böyle olunca da, herkes erişeceği menzile kolay ulaşır. Eğer herkes “önce ben geçeyim” der ve aynı kavşağa hücum ederse ya yol tıkanır, ya kaza olur veya sürücüler arasında hoş olmayan münakaşalar başlar. Kavgalara kadar iş uzayıp gider…
Tıpkı bunun gibi sosyal hayatta da ahenk, uyum oluşabilmesi için insanın kendi önceliği olduğu kadar, hemcinsinin de en az kendi önceliği kadar önceliği olduğunu idrak edebilmesi gerekmektedir.
Bu idrak ve idrake uygun yaşayış, insanlar arasında rahat ve huzurun tesisini sağlar. Yok herkes kendini ön plana alırsa sosyal hayatın dengesi bozulur.
Güçlünün güçsüzü ezdiği, tembelin çalışkan sırtından geçindiği, yalancının dürüstü aldattığı vb. bir hayat gerçekleşir ki, aslında bu hayatta uzun vadede kimsenin huzuru olamaz.
Nitekim bugünkü sosyal atmosferde kurnazların haddi hesabı yoktur. Ama böyle bir atmosferde özellikle böyle insanların iş ve ev huzuru da yoktur. Çünkü bu insanlar kendilerinden başkasına hayat hakkı tanımadıkları için, kendileri kendilerini sürekli uyanık tutmak, sürekli aldatmaya ve aldatılmamaya ayarlı tutmak için zihnini yiyip bitirmektedir.
Oysa kanaatkârlık denilen güzellik ile mücehhez olunsa yani o duyguyla dolu olsa, ardından huzur ve mutluluk gelecektir.
Bu huzuru ve sakinliği yakalamanın tek ve birinci şartı, karşındaki insanı kendin gibi düşünmektir. Yani kendi egosu söz konusu olduğunda, hemcinsini de hesaba katmanın gerekliliğini hesap etmektir.
Ömer Reşat Altınok
ŞİİR
GEL NEFSİM
Gel seninle biraz edelim sadıkane hasbihâl
Altmış yıldır arkadaşız aynı can, bedende hemhâl
Her an seninle kavgalıyız, vermezsin hiç mi eman
Usanmadı şu nefs-i emarem çok çetin ve yaman
Bunca yıldır aynı kafeste, komşuluk hakkı nerde?
Bir hayal için zorlarsın beni günaha, gam ve derde.
İnsafa gel etme bizimle artık sürekli savaş
Gel nefsim mutmain ol, olalım senle can, arkadaş.
Cennet vaat ediyor Kur’ân-ı kerimde yüce yaratan
Dalmışsın sonsuz hayale, ömrünü edersin ziyan
Biraz sabır et, kavuşursun ebedî saadete
İnşallah gireriz zümrüt yeşil naim cennete.
AŞK-I MUHABBET
Gül melül bülbül melül, ne gül mesut ne bülbül.
Bu gül ne çok nazlıdır, bülbül pek avazlıdır.
Gonca soldu o gitti, zahiri aşk da bitti.
Pervane nara attı, aşk için canı yaktı
Sessizliğe büründü çıkmadı hiç de savtı,
Anladım ki şimdi ben budur âşıkın tahtı.
Orhan Yavuz Ejder-Akhisar/Manisa
DUYGU DAMLASI
ÇOK ÖNEMLİ ÜÇ ŞEY: Bir değerli ağabeyimden dinlemiştim… Demişti ki bir kimsenin bir kimseye sözünün tesir (etki) edebilmesi için şu üç şeyin söyleyende olması gerekmektedir. Birincisi söylediği kişinin dilini bileceksin. Senin konuştuğunu anlamazsa sözünün ona etkisi olmaz. İkincisi dinini bileceksin. Söylediğin kimse senin inancına sahip değilse ona senin söylediklerin aykırı gelebilir etki etmeyebilir… Üçüncüsü de hâlini bileceksin… Sen hangi duygulardasın karşındaki kimse hangi duygularda… Onu anlamadan, ne hâlde olduğunu çözmeden ne derdi ne tasası ne sıkıntısı var bilemeden yaptığın konuşmalar su üstüne yazı yazmak gibi anlamsızlaşacaktır. Günümüzde insanların en büyük iletişim sıkıntısı bu üç konudan kaynaklanmaktadır… Dilini, dinini, hâlini bilmek iletişimde gerçekten çok önemli üç kriter… [İrfan Tuğcu]