Üstâd Kadir Mısıroğlu bir sohbetinde “Hırsın en büyüğü İslam’dadır” demişti… Ve devamında, zihnime kazınan şu sözler dökülmüştü ağzından: “Lâkin sen hırsın nefsanî olanını tanıyorsun. İslam, Allahü Azimüşşan’ı müminlere ‘müteâl’ (ideal ötesi mükemmellik) sıfatı ile tanıttıktan sonra, mümine ‘Vâsıl-ı ilallah ol’ yani; Cenab-ı Hakk’ın rızasına ulaşana kadar yüksel!’ der. Terbiye kelimesi de bu sebeple ‘Rab’ kelimesinden gelir, Bu güzel dinimizin insana yüklediği, ucu bucağı olmayan bir hedefin göstergesidir. Sevgili Peygamberimiz de bizlere ‘Allahü teâlânın ahlâkıyla ahlaklanın’ buyurur. Hakiki hırs budur!..”
İmâm-ı Rabbânî hazretleri de (rahmetullahi aleyh) “Hiçbir bî-edeb, vâsıl-ı ilallah olamaz” buyurmuştur. Yani, edebe riayet etmeyen hiçbir kimse Allah dostu olamaz, Cenâb-ı Hakk’ın rızasına kavuşamaz” buyurmuştur. İşte bitmek tükenmek bilmeyen bir dava, sonu olmayan bir yol… “Edep” sadece 4 harf… Barındırdığı mana hazinesiyse sonsuz… Hakkında binlerce söz söylenmeye lâyık olmuş… “İlim meclislerinde aradım kıldım talep, ilim geride kaldı ille edep ille edep..." Hakiki hırs ile hakikate ulaşmanın anahtarıdır edep.
İmam-ı Rabbani hazretleri, sohbetin edepleri hakkında da buyuruyor ki: “Talebe, gönülden, her şeyi çıkarıp, bütün varlığı ile ona bağlanmalı. Onun yanında zikir bile yapmamalı, ondan başka hiçbir şeye bakmamalı. Bütün gücüyle, ona bağlanıp oturmalı, bir şey sorarsa, yavaş sesle cevap vermeli, yüksek sesle konuşmamalıdır.”
Onun kardeşi ise tevazu… Her daim, edebi başına tâç eden tevazu. Asırlardır atalarımızın pek hassas olduğu mevzu, Yavuz Sultan Selîm Hân’ın mühründe gizlidir gerçek tevazuu. Mekke ve Medine’yi fethettiğinde “Hâkim'ül haremeyn-i şerîfeyn (Mekke ve Medine’nin hâkimi) oldun” dediklerinde, secde edip toprağını öperek “Tek sahibi Allahü teâlâdır, biz ancak hâdim'ül haremeyn-i şerîfeyn (Mekke ve Medine’nin hizmetkârı) olabiliriz” demesindeki kalbî arzu… Müslümana en yakışan süs, tevazu.
Mücella Pamukoğlu
ŞİİR
YANILGI
Kalmasaydı kursağımda heveslerim,
Dökülseydi dilimden bir bir şiirlerim…
Nasıl da çetinmiş böyle kışlar!
Kursağımda kalan hevesleri topladım,
İçimi yakarak ısınmak ister arzularım!
Alev alan hayallerim değil oysa benim,
Bunca yangına rağmen üşüyen beden benim!
Ancak Allah’ı anmakla şifa bulur kalbim…
Bizim için ötmüyor bugün dertli bülbül,
Sesimden nağmeler çıkmıyor yeşil vadilere…
Sessizlikler benim, bulutlar benim,
Sahipsiz sokaklar benim,
Issız tüm kelimeler benim!
Ey kimsesizler kimsesi! Çağır beni geleyim.
Bir gül koklasam dalından,
Hayırlıdır nice dünya baharından...
Ben şimdi yanık türküler bilirim,
Kavuşamayan âşıklar, şifa bekleyen hastalar,
Kalbimin yankısını duyduğum koridorlar,
Ölüme çıkan sokaklar bilirim.
Ben en çok herkesin yaşattığı her şeyin
Kendi sınavı olacağını bilirim!
Kelimelerle dans ederim bu yüzden!
Sitemkâr şu akşamüstlerinde
Boy gösteren başakların,
Zamanla boyun bükeceğini bilirim!
Tevazudur bütün servetim...
Bir miras bırakacaksam dünyaya,
Tevazuun eteklerinde bir şiirdir.
Ardımdan ağlar öksüz kelimelerim!
Ben hiç okunmamış şiirler bilirim,
Hep hüznün sokaklarına çıkan…
Hüzünle batan eşsiz güneşin,
Ertesi gün umutla doğacağını bilirim.
Gözyaşlarımla yıkadığım kaldırımlardan
Dualarımla yürür giderim.
Bir gök kubbede sedam kalır, Allah derim,
Duyanlara selam olsun, Allah kerim!
Kübra Can