İnsan, varlıklar arasında; bakıma, eğitime ve öğretime en çok muhtaç olanıdır. Yeni doğan çocuk, aciz ve korunmaya muhtaçtır. Kendi başına hayatını sürdürmesi, çevreye intibak etmesi imkânsızdır.
İnsanın bu muhtaçlığı; ihtimamla büyütülmesini, bilgi, beceri ve tutumlarla donanmasını zorunlu kılmaktadır. Bu eksende eğitim “gerekli davranışları istendik biçimde oluşturma, geliştirme ve uygulamalar için yapılan kasıtlı ve planlı öğrenme faaliyetleridir.”
Bireyin, “insan” özelliğine ve onuruna yakışır davranışlar kazanması, kendisini değerli, güçlü ve sevilen biri olarak görmesi, olumlu duyguların etkili olduğu uygun ortamlarda bilgi ve sevgiyle donatılmasına bağlıdır.
Dünyaya biyolojik anlamda insan olarak gelmekle insan olunmuyor. İnsanlar “mal, şöhret, makam ya da zenginliğe sahip olmakla “insan” olduklarını sanırlar. Oysa bunlar insan olma anlamında o kişiye bir şey vermez. İnsan olmayana da kötülük yaptırır.
Bu vicdan yoksunları için Dostoyevski insanı; “iki ayaklı nankör” olarak tanımlamıştır. Schopenhauer (Alman filozof, yazar) “İnsanları tanıdığımdan beri, hayvanları daha çok sevmeye başladım.” diyor. Mark Twain (Amerikalı yazar) ise; “Bütün canlılar arasında bilinçli şekilde kötülük yapma becerisine sahip olan tek canlı, insandır” demektedir.
Mevlâna da: “İnsanı öğrendim. Sonra da her insanın içinde iyilik ve kötülük olduğunu öğrendim” diyor.
Âlimler, şairler, yazarlar, sanatla uğraşanlar, düşünürler, bilim insanları aynı deryanın gezginleridir. Her biri kendi alanında, kendi içindeki “eşref-i mahlûkat” denilen insanı ararlar. Bunlar, insanlaşma yolunun yolcularıdır. İnsanlaşma yolu uzun ve meşakkatli bir yoldur. Yürümesi zor, sonu ferahlık ve huzurdur. İnsanlaşma yoluna girenlerin sayesinde dünyanın nasıl yaşanmaya değer hâle gelebildiğini yarın dile getirmeye çalışacağız.
Seyfettin Karamızrak
ALPARSLAN’IN ASKERE HİTABI: Selçuklu Sultanı Alparslan, âlim ve devlet adamlarının tavsiyesiyle, savaşı cuma günü yapmayı tercih etti: 26 Ağustos Cuma günü askerlerini toplayan Alparslan atından inip secdeye vardı; “Ya Rabbi sana tevekkül ediyor, azametin karşısında yüzümü yere sürüyor ve senin uğrunda cihat ediyorum. Ya Rabbi niyetim halistir. Bana yardım et; sözlerimde hilaf varsa beni kahret!” diye dua etti. Sonra askerlerine dönerek; “Burada Allahü teâlâdan başka bir sultan yoktur, emir ve kader onun elindedir. Bu sebeple benimle birlikte cihat etmekte veya benden ayrılmakta serbestsiniz.” dedi. Askerler coşarak hep bir ağızdan; “Asla emrinden ayrılmayacağız.” mukabelesinde bulundular. Sonra hepsi ağlayarak helalleştiler. Sultan, beyazlar giydi. Atının kuyruğunu bağlayıp, eline er silahı olan gürzü alıp şöyle hitap etti: “Askerlerim! Şehit olursam, bu beyaz elbise kefenim olsun. O zaman ruhum göklere çıkacaktır. Benden sonra oğlum Melikşâh’ı tahta çıkarınız ve ona bağlı kalınız. Zaferi kazanırsak istikbal bizimdir.” Bu konuşma hitabet sanatının ve muharebe öncesi psikolojik şartlarının bütün inceliklerine sâhipti. Askerler coşup, şevke geldi.