Yıl bilmem kaç… Köyden kopma politikası hızla yayılıyor. Şehir çekici, şehir rahat, şehir huzur... Hayali gerçeğe taşıma merdiveniydi göçler. Evini öksüz, ahırı yetim bırakıp bağın bahçenin boynunu büktürecek fikirler atıldı. Şehrin cazibesi dalga dalga yayıldı, duyan duymayana söyledi.
“Bu kadar emeğe ne lüzum var?” diyerek şehrin tadını fısıldadılar.
Şehrin altın kafesini anlattılar. Kulaklar inanamadı. Göçünü toplayan ardına bakmadı. Toprak gözü yaşlı kaldı. En sağlam kalemizi terk-i diyar başladı.
Şehirde adımlar çoğaldı. Ekmek köşedeki fırıncıdan, peynir, süt, bal, kaymak bakkal efendidendi…
Kasap ile manav yanında hazır.
Fabrikasyon ürünler sofraya gelince köy usulü peynire, tereyağına burun kıvrıldı. Paketlenmiş koruyucu maddeli, aromalı ürünlerin tadına varıp “yayık” emekli edildi. Köydeki inekler dağa kaçtı. Dağ ne oldu? Yanmadan kül oldu.
Ayakların alıştığı küçük esnaflar da çok zaman geçmeden köylerle ve köylülerle aynı kaderin ortağı oldu. Marketin reklamı, bakkalın, manavın, kasabın belini büktü. Süper, hiper filan diyerek kademe kademe istila büyütüldü.
“Markete gel vatandaş!” çağrısı çınlattı; köyü, kasabayı, şehri. Birlikte erimeye başladılar.
Ahırlar yıkıldı, inekler dağda bayırda kayboldukça, bu defa dışarıdan inekler gelmeye başladı. Montofon, Simental, Jersey türü telaffuzlara yerleşti.
“Çok verimli inekler” dendi. Onlara modern mandıralar hazırlandı. Çayırdan, çimenden, yoncadan mahrum bırakılıp hormonlu ilaç enjekte ederek bilmem kaç kimyasalı yapay yemler yedirildi.
Çok süt, çok et dediler. Mandıralar hapishane koğuşuna döndü. Günyüzü görmeyen inekler kuyruklarıyla birbirini dövdü. Stresli sütten çeşit çeşit ürünleri ateş pahasına görücüye çıktı.
"Pastörize süt, envaiçeşit peynir, leziz tereyağı, taş gibi yoğurt... Gel vatandaş hepsi hazır, hepsi markette!" dediler.
Çeşit çeşit… Aldık. Yedik. Yandık. Aldırmadık. Sonunu da düşünmedik.
Sevgi Korkusuz
ŞİİR
Sonbahar
Hani şu sonbahar geldiği zaman,
Yapraklar solar da yere dökülür...
Sürüklenir şura-bura durmadan
Çünkü ona, hızla rüzgâr üfürür...
Ümidin yüzüne hasret kalırlar.
Bilmem bundan mıdır sararmaları?
Dalda düşünmekten hâlsiz kalırlar.
Son bulur rüzgârda tutunmaları...
Leylekler ayrılır kucaklarından,
Yâd ellere doğru havalanırlar.
Korku gitmez olur ocaklarından.
Titreşir titreşir donakalırlar...
Yağmur yağar çıplak tepelerine.
Son bulur burda bir yıllık ömür.
Hüzün damla damla sinelerine
Çöküverir ciğerleri göl olur.
Artık sonbaharlar yanaştı bende.
Arzular son buldu hayaller nokta.
Gel ağla kardeşim, hüzünlen sen de.
Hayaller, hülyalar hepsi boşlukta...
D. Öztürk – Trabzon
UNUTULMAZ İSİMLER
TURGUT REİS: Büyük Türk denizcilerimizden Turgut Reis, Trablusgarp’ın fatihidir. Osmanlı Devleti’nin Menteşe (Muğla) sancağında, Saravuloz bucağının bir köyünde 1485 yılında doğduğu tahmin edilmektedir. Turgut Reis, 1538 Preveze deniz savaşında yedek donanmaya kumanda etti. Barbaros Hayreddin Paşa'nın yanında yetişen ve onun güvendiği reislerden olan Turgut Reis, Preveze Savaşı’na katılmış, orada da başarı göstermiştir. Turgut Reis, 21 Ağustos 1531’de Trablusgarp’ı (Libya) fethetti. Bu suretle burada 41 yıl süren Hıristiyan hâkimiyeti son bulmuş oldu. Uzun yıllar orada Beylerbeyi olarak kalan Turgut Reis, ölünceye kadar Akdeniz’de yelken açıp, zaferden zafere koşmuş, 80 yaşında katıldığı Malta seferinde leventlerinin başında cenk ederken, başından aldığı yaradan dolayı 5 gün baygın yattıktan sonra şehitlik mertebesine ulaşmıştı. Barbaros Hayreddin Paşa’nın; “Turgut benden ileridir” diye övdüğü bu deryalar kurdunun naaşı, Trablusgarb’da kendisinin yaptırdığı caminin yanındaki türbesine defnedildi. Türbesi günümüzde de Libyalılar ve onu sevenlerin ziyaretgâhı hâlindedir.