Bir kimsenin hem kendisinin hem de görüştüğü konuştuğu kimselerin toplumun ahlaki değerlerine ve ritüellerine uygun bir kimse olabilmesi ve böyle bir çevreye kavuşabilmesi için öğreneceği ve hayatına uygulayacağı beş prensipten söz etmiştik...
Bunlardan birincisi imandır yani inanmaktır... İkincisi itikattır ki Ehl-i sünnet itikadı geleneksel olarak milletimizin itikattaki tercihidir... Bundan sonra gerçek anlamda ilim sahibi olmak... Okumak öğrenmek kendini geliştirmek... Dördüncüsü amel, yani okuduğu anladığı ve öğrendiklerini hayatına uygulamak... Beşincisi ise bütün bu öğrendiği ve hayatına uyguladığı hayatı ihlasla yani samimiyetle riyasız, gösterişsiz olarak Allah rızası için yapmak ve yaşamak...
Bu beş esası bir çocuk anne babasından temelinde iyi öğrenip içine sindirdiğinde Allah bilir ki o çocuk inşallah yolunu şaşırmaz. Ama ilim ve amel şekilcilikten öteye geçmiyorsa, samimiyet yoksa ondan kimse bir tat bir lezzet alamaz. Ama samimiyet varsa onun da tadına doyum olmaz... Dünyadakiler hepsi ters istikamete gitse o kimseden etkilenmez... Bırakın etkilenmeyi tenezzül bile etmez. Çünkü güneşi fark eden enerjisini güneşten alanın başka hiçbir ışığa ve enerjiye ihtiyacı yoktur... Eğer bu anlamda salih, arif, kâmil bir arkadaşınız; bir akrabanız, bir hocanız bir tanıdığınız varsa onların varlığı sizin için bulunmaz bir cevherdir, değeri biçilmez bir hazinedir.
Sadi Şirazi Hazretlerinin Bostan Gülistan kitaplarında çok hoş beyitler vardır, menkıbeler vardır... Bir beyitte şöyle anlatır: Bir gün birisi yıkanmak için bana biraz kil toprağı verdi, çok güzel kokuyordu. Dedim: “Ey kil sen misk misin? Yoksa amber misin?”
Kil dile geldi: “Ey Şirazi ben ne miskim ne de amberim. Ben naçiz bir toprak parçasıyım... Lakin gül ağacıyla biraz komşuluk yaptım o güzel koku ondandır” der.
Şeyh Sadi Şirazi 950, 1000’li yılarında yaşamıştır.
Hani bir söz vardır: “Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim.” Kötü arkadaş ve çevrenin insana verdiği zararı kimse veremez.
Orhan Yavuz Ejder Akhisar-Manisa
ŞİİR
İLKBAHAR
Bahar geldiğinde karlı dağlarda çiçekler açar.
Yağan yağmurlarla topraklardan
Nice yemyeşil güzel bitkiler çıkar.
Gürül gürül ırmaklar akar...
Göçmen kuşların yolculuğu başlar.
Fidanlar dikilir.
Tarlalar sürülüp tohumlar ekilir.
Koyunlar, kuzular meleşir.
Kelebekler uçuşur.
Bülbüller ötüşür.
İçimizi ısıtacak güneşli günler başlar.
Arılar, çiçeklerin özünü toplar.
Karınlarından rengârenk bal şerbeti çıkar.
Açan güller, karanfiller, yaseminler, mor menekşeler,
Laleler, sümbüller, papatyalar.
Hepsinin farklı renkleri, kokuları var.
Bülbül güle konar.
Yapraklanıp yeşile bürünür, bahçeler, bağlar.
Ağaçların çiçekleri açar.
Hayat coşup taşar.
Baharda tabiat yeniden canlanır.
İçimizi ferahlatır.
Pınarlar fışkırır.
Rengârenk açan güzel çiçekler,
Gönül bahçemizde sevda çiçekleri açtırır.
Esen rüzgârlarla yapraklar kımıldanır.
Canlılar yeryüzüne yayılır...
Şair Hasan Kaya-Antalya
DUYGU DAMLASI
Gazete ve hayatın anlamı: İsmini verdiğimiz zaman izni olmadığı için gönlü meyus olabilir... Çünkü o konuşma esnasında tamamen irticalen yani o an içinden geldiği gibi dile getirmiştir duygularını... Şu kadarını da söylemek gerekir ki gazetemizin ilk çıktığı günden beri abonesidir... Dağıtım için gazeteyi dört gözle beklediğini ve gelmediği günlerde nasıl üzüldüğünü nasıl perişan olduğunu şu cümleyle özetleyiverdi:
“Gazetem bir gün gelmeyince hayatım zindan olur, gazetesiz yaşamanın anlamı yok ki...” Bu öyle bir gönül bağı ki, bu öyle bir muhabbet ki, bu öyle bir samimiyet ki her bir okuyanı her bir dağıtan ile, her bir yazan ile her bir hazırlayan her bir baskıya sunan ile buluşturan gözlerden gönüllere yol bulan huzur veren bir gazete bağıdır... Bu aradaki samimiyet bu aradaki muhabbet ve gönül bağı sürdüğü müddetçe bu gazete de huzur vermeye devam edecektir inşallah... [H.B. – İzmir]