Bundan bin yıl önce, insanoğlu, masallarda yaşardı. Binbir gece masalları, Dede Korkut hikâyeleri belki böyle doğdu. Her millet, kendine destan ve hikâyeleri, bir sonraki kuşağa aktardı. Ergenekon Destanı, Manas Destanı böyle ortaya çıktı belki…
Zaman, ilerledi. İnsanlar, âşık oldu, kahraman oldu, üzüldü, sevindi, yeri geldi olağanüstü olaylar karşısında heyecana kapıldı. Duygu ve düşüncelerini daha akıcı anlatmaya başladı.
Bu şekilde şiirlerde yaşamaya başladılar. Mükemmel ötesi şiirler yazdılar. Şair olamasalar bile şair ruhlu oldular. Birbirini takip eden müthiş dizelere, birbiriyle benzeşen kelimelere, kulaklarda hoş bir seda bırakan edebî sanatların kapısını açtılar. Yunus Emre, Fuzuli, Karacaoğlan, Köroğlu gibi büyük şairler sardı Anadolu’yu… Âdeta, şiirin ahengi içinde kayboldular.
Aradan yıllar geçti. Bu defa insanlar romanlarda yaşamaya başladılar. Uzun uzadıya devam eden hikâyelerin başkahramanı olmaya heveslendiler. Romanları okudukça, romanlaştı sanki hayatları…
Henüz romanlar, insanların hayatındaki rolüne devam ederken bu defa herkes filmlerde yaşamaya başladı. Filmler, daha kısa etkili, geçici hevesler getirdi. Örf, âdet ve gelenekler bir yana, manevi değerler diğer bir yana itildi. Maddi değerler ön plana çıktı. Sevgiler, aşklar daha yüzeysel yaşanmaya başladı.
Ve şimdi… İçinde bulunduğumuz bu zamanda insanlar, internette yaşamaya başladı. Bilgiye daha çabuk ulaşılır oldu ama bilgiye ulaştıkça insanlıktan uzaklaşıldı. Medeniyet, insanlığı unuttu, sadece kendini düşünür oldu. Duygular, tamamen unutuldu. Artık her şey, maddi ölçülerle şekillenmeye başladı. Misafirperverlik, yardımseverlik, hoşgörü gibi kıymetli ve güzel alışkanlıklar silinmeye yüz tuttu. Eskiden gelen, insanların genlerine işleyen değer yargıları, kayboldu.
Neredeyse “İnsanlık öldü” denecek noktaya gelindi.
Görünen o ki dünya; her geçen gün daha da kötüye gidiyor. İnsanlık âlemi, ne yazık ki her geçen gün, kan kaybediyor, Keşke ileride öyle bir gün gelse ve insanoğlu tekrar özüne dönse…
ANNELER
Beşiğinde ninniler, söyleyerek uyutan.
Gülüşüne ömrünü, çekinmeden verirler.
Okşayarak başını, umudunu büyütür.
Adımları atınca, annesine koşuyor
Akşamları babalar, çocukları soruyor.
Kundaklarda bebekler, ne de çabuk büyüyor.
Ebu Fehim vaktiyle, yaramaz bir çocuktum.
A.GÖK (SULTAN DİVANINDAN)
Büyükler buyurdular ki; “İnsanın kendisi için yaptığı ibadetlerin kabul olup olmama ihtimali vardır. Kabul olur da olmayabilir de. Ama bir başka mümine yaptığı iyilikten hiç şüphelenmesin. Onun duası ile kurtulacağına mutlak inansın. Onun için bu din iyilik dinidir. Bu dinin esası, müminlerin birbirini memnun etmesidir. Çünkü Allah bundan memnun... Bir baba evlatlarından ne ister arkadaş? 'İyi geçinin, başka bir şey istemem' der. İşte kulların iyi geçinmesi cenab-ı Hakk'ın affına, merhametine sebep teşkil ediyor ve razı oluyor. Allahü teâlâ bir kulundan razı oldu mu, her şey ondan sonra gelir. Bir insan razı olduğuna her şeyi verir. Ölçüsüz...”