Baharın gelmesiyle bozkırda yağmurlar önem kazanır. Size Anadolu’da yağan ve adına "kırkikindi yağmurları" denilen yağmurları anlatan Prof. Dr. Hikmet Birand’ın değerli makalesinden yağmur tadında bir bölüm paylaşmak istiyorum...
“... Az sonra demin üstüne çıktığım sırttan ve bütün yamaçlardan küçük seller inmeye, kâh o yana, kâh bu yana kıvrılarak ikide bir yollarını, yönlerini değiştirerek, aşağıya derelere doğru akmaya başladılar. Sırtın üstündeki tümseklerin eteklerinde, dönemeçlerde birbirlerine karışıyorlar, kabarıyorlar, büyüyorlar; büyüdükçe de hızlanıyor, hırçınlaşıyorlardı. Demin fırtınanın har vurup harman savurduğu ince ve sağ topraktan ne kalmışsa onu da bunlar sürükleyip geliyorlardı. Yavaş yavaş uslanmaya başlayan rüzgâr kesildikten sonra inceden inceye yağan yağmur, gökte bir yandan bir yana uzanan kıvılcımlı parlak şeritlerden sonra büyük gürültülerle yuvarlanan ve uzaklaştıkça gürültüsü boğuklaşan ağır bir yuvak taşır sanki bulutların suyunu sıkıyormuş gibi birdenbire hızlanıyor, şamata geçtikten sonra gene inezden inezden yağıyordu. (İnez ince anlamında imiş) Tıp tıp diye yere düşen, düştüğü yerden toprağı sıçratarak küçük bir çukurcuk açan ve birinin açtığı çukuru öteki bozan yağmur damlalarına bakarken:
'Ver, Allah’ım ver, çokça ver...' diye mırıldanmaya başlamış ve dalmıştım. Bu kırkikindilerden biri, belki de sonuncusudur, diyordum. Bozkırı abat edeni, bozkırda azizler gibi anılan kırkikindilerden biri... Bozkırda hayat onlara bağlı, onlara ayarlıdır. Gerçi bozkıra yılına göre, bir karış, bir buçuk, iki karış yağar, ama bunun yarım karışı, bir-bir buçuk karışı güzün ve kışın yağar. Ne güz ne kış yağışları bozkır için kâfi ve bu topu topu yarım karış kadar tutan kırkikindiler gibi can katıcı değildirler. Çünkü bozkırın kışı ayazdır. Topraktan ne bir çiçek ne bir böcek hiçbir şey başını kaldırmaya cesaret edemez. Şişen tohumlar tombullaşan tomurcuklar hep güneşin yükselmesini, ışığının ısınmasını, toprağın ılımasını bekler...”