Çocukluğunda oynarken kendi oyuncaklarını kendi yapıp oynayanlardan, bisiklete binmek için mahallenin bisikletçisine giderek saatliğine kiralayıp iki üç tur atan, freni lambası vitesi zaten olmayan hurda bisikletlerde bisiklet sürmeyi öğrenenlerden söz ediyor dedelerimiz... Masal gibi anlatıyor bize onları... Onlar bisiklete motosiklete filan binerken kask mask takmazlarmış. Sorun da olmazmış. Öyle kaza falan yaşayana da rastlamazlarmış.
Onların eğitim hayatı da bir başka kolaymış. Hafta sonu kurslara gitmek, özel hocalardan ders almak filan bilmezlermiş. Zaten öyle birbirinden korkunç birbirinden abartılı vıcık vıcık diziler filan yokmuş. Zaten onlar televizyonlara bakmaz kendi arkadaşlarıyla mahallelerindeki tenha sokaklarda evlerin arasındaki arsalarda filan oynarmış. Hiçbirinin sosyal medyadan şuradan buradan arkadaşı yokmuş. Zaten ellerinde cep telefonu yokmuş. Onlar belli saatlerde mahallede toplanır mahalle arkadaşlarıyla oynarmış. Her biri hangi arkadaşının hangi komşunun çocuğu olduğunu bilirmiş. Herkes acıktığı zaman evde kendi annesi olmayınca komşusunun evine gidip arkadaşının ailesine aileden biri gibi sofraya otururmuş. Çünkü anne babalar da çocuklarının arkadaşlarını kendi çocukları kadar bilir ve tanırmış.
O çocuklar hijyen korkusu nedir bilmezmiş. Bir sürahi bir de bardak oldu mu tamammış. Her biri sırayla aynı bardağa doldurulan çeşme suyundan lıkır lıkır içer onun ağzı değdi bunun içtiği bardak filan aklına bile gelmezmiş. İşin enteresan yanı da hiçbiri hasta filan olmazmış. Onlar şimdiki gibi marketlerde yakıt istasyonlarında alışveriş marketlerinde rafları dolduran birbirinden albenili duran ambalajlı gıdalardan değil evlerinde annelerinin hazırladığı çorbalardan içerek, tencere yemekleri yiyerek, marmelattan sürerek, peynir zeytin tereyağı gibi doğal besinlerden beslenirmiş. Meyve yemeyen çocuk olmazmış. Hemen herkesin neredeyse bir meyve bahçesi varmış. Vay be şimdi hepsi masal gibi değil mi?..
Ömer Reşat Altınok
Gönül
Gönül ne gidersin sevda bağına,
Bülbülün ahına dayanamazsın.
Kıskanırlar seni gülün elinde,
İftira dilinden kurtulamazsın.
Güle olan aşkın dert olur ele,
Aşkından feragat eyleyemezsin,
İncinir gururun, kırılır kalbin,
Derdini kimseye söyleyemezsin
Bülbül viran olur sana dağ başı,
Gülsüz bozkırlarda yaşayamazsın,
Aşkın vuslatına ermezse gönlün,
Çektiğin çileye katlanamazsın
İsmet Semiz
ORUÇ REİS: 1470 yılında Midilli’nin Bonova köyünde doğdu. İshak, Hızır ve İlyas adında üç kardeşi vardı. İyi bir öğrenim gören kardeşler, devrin denizci milletlerinin lisanları olan İtalyanca, İspanyolca, Fransızca ve Rumcayı öğrenerek yetiştiler. Gençliğinde gemiciliği ve deniz ticaretini çok iyi öğrenen Oruç Reis, cesareti, zekâsı ve girişimciliğiyle kısa zamanda gemi sâhibi oldu. Suriye, Mısır, İskenderiye ve Trablusşam’a mal taşıyor, oradan aldıklarını Anadolu’ya getiriyordu. Oruç ve İlyas reisler, bir seferinde Midilli’den Trablusşam’a giderken, Rodos şövalyelerinin büyük harp gemileriyle karşılaştı. Çarpışmada İlyas Reis şehit düştü. Oruç Reis esir oldu. Rodos’ta zindana atıldı. Üç sene zindanda çok eziyet ve sıkıntı çekti. Uzun uğraşmalardan sonra buradan kurtuldu. Türk denizcilik tarihinde önemli denizcilik başarılarına imza atan Reis 1518’de şehit olduğunda kırk sekiz yaşındaydı.
Sınır boylarında akıncıların yaptıkları, yıldırma ve fethe hazırlama faaliyetlerini denizde gerçekleştiren cesaret ve kahramanlık timsali deniz kurtlarından biri olan Oruç Reis, cömert, âlicenap, yardımsever, merhametli bir leventti. Bütün leventleri tarafından bir baba gibi sevilirdi. İslâmiyet’i yaymaktan başka bir şey düşünmeyen korkusuz, cüretkâr ve zeki bir insandı.