Mayhoş!

A -
A +

Küçük kız babasının soyduğu elmalara baktı. Kıştan beri elma yememişlerdi. Biraz önce dalından elleriyle topladığı açık yeşil, biraz da sarımtırak bir rengiyle iri ve dolgun elmalar çok güzel gözüktü gözüne.

 

Temmuz ayının sonunda, evlerin arasında sıkışıp kalmış bir elma ağacı, meyvelerinin ağırlığıyla neredeyse yerlere kadar eğilmişti. Dallarında onlarca irili ufaklı elma vardı. Yer yer kurtlandığı belliydi. Otlardan geçilmeyen bahçede unutulmuş ve belki de onun için ilaç yüzü görmemiş elma ağacıydı o. Çok yukarılara uzanmaya gerek kalmadı. Yerlere uzanmış dallarından kopardı, iri ve güzel olanlarını. İşte eve geldiğinde onlardan birini kızı için soymaya başladığında o soruya istemsiz ve belki de gayriihtiyari ya da geçmiş yılların biriktirdiği ve bizim aslında çok da farkına varamadığımız tecrübeyle cevap verdi:

 

“Bu elmalar mayhoş kızım!”

 

Beş yaşındaki bir çocuk için elmanın mayhoşluğunu anlamasını beklemedi elbet. Sonra bir an çocuğuna elmanın tadını nasıl izah edeceğini tahayyül etti. Sonra duygular hücum etti beynine...

 

Hayat tatlıydı; ama acıları da ekşileri de mayhoş anları da vardı. Tıpkı insanlar gibi… Ekşi limonun kabuğunu sürtüp onu şekerle harmanladıktan sonra soğuk bir limonataya çevirmek elimizdeydi. Bahçenin sahibi de elmalarının ekşiliğini bildiği için onları doğrayıp güneşin kollarına salıp uyutmuştu. Elma kuruları kışın güneşin sıcaklığını versin diye torbaya koyup saklamıştı.

 

Elmalar mayhoştu. Bir iyi bir kötü giden dostluklarımız gibi. İnip çıkamadığımız hayatımız gibi. Elmaları tatlandırmak belki de şeker katıp reçel yapmak ya da bir marmelata çevirmek, güneşte kurutup elma kurusu yapmak mümkündü.

 

Ya bizim mayhoş hayatımız?

 

Cevabını bilemedi. Bazen “soruyu sorabilmek, cevabı bilmekten iyidir” diyerek kendini kandırdı. Bu arada ayaklarının yanında bir ses belirdi;

 

“Baba, neden duymuyorsun beni? Hani elma verecektin?..”

     Serhat Yahyaoğlu
 
 
 
ŞİİR
 
          Affet Allahım
 
Nerede nasıl arasam bilemiyorum seni
Ömrümün sonu geldi arıyorum ben seni
Çıkınımı alıp da dağları mı dolaşsam?
Ümidim tükenmeden ne olur affet beni.
 
Gönlüm senin evindir dolaştım her yerini
Zahir batın demeden arıyorum zerreni
Mekândan münezzehsin tarumar etme beni
Merhamet eyle bana yâda bırakma beni
 
Ben bilirim diyenler yaya kaldı bu yolda,
Sana ulaşmak için harcanayım bu yolda.
Merakım yaktı beni canım feda bu yolda,
Meftun olayım ya Rab yok olayım bu yolda.
 
Dünya fitneleriyle var gücümle savaşsam,
Gönlüm senin mekânın bahçesinde dolaşsam,
Aşkın gönlüme düşse de rahmetine ulaşsam,
Merhamet eyle bana şu nefsimden sıyrılsam.
 
          Mustafa Aydın
 
 
GÜZEL YURDUMUZ
 
GÂZİ SÜLEYMÂN PAŞA CÂMİİ: Vize Küçük Ayasofya (Gazi Süleyman Paşa) Camii: Kale Mahallesi’nde iç ve dış surlar arasındadır. 6'ncı yüzyılda Jüstinyen Dönemi'nde kilise olarak yapılmış, 15'inci yüzyılın ikinci yarısında cami olarak düzenlenmiş olup hâlen cami olarak ibadete açıktır. Kareye yakın dikdörtgen planlıdır. Üç apsisi bulunmakta olup, kubbesi on altı köşeli tanbur üzerine oturtulmuştur. Yapı, kubbeyi tutan 1.30, 1.40 santimetre çapında ayaklar ve bunların yanında (arasında) bulunan sütunlarla üç bölüme ayrılmıştır. Mermer olan bu sütunların başlıkları korinth stildedir. Sütunlar gibi hâlihazırda mevcut olmayan mozaikler, şekil itibarıyla Ayasofya ile St. İrene arasındaki kazıda bulunanlarla benzeşmektedir. Kubbe çapraz ve beşik tonozludur. Mihrap sonradan beton ilavedir. Minberi bulunmamaktadır. 2007 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından aslına uygun bir restorasyon geçirmiştir. (Kaynak: Kırklareli İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü)
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.