Son zamanların moda kelimesi; "saygı duyarım..." Herkes her şeye saygı duyar oldu... Sevginin de saygının da içi o kadar boşaltıldı ki, kabak aşılanmış karpuz misali rengi var tadı yok bir şey oldu... Adı var kendisi yok... İsmi kulağa hoş geliyor ama niyetler kabaktan tatsız... Olur olmaz şeylere saygı duyulur mu? Bu benim bedenim, bu benim özgürlük alanım, bu benim kişisel tercihim, bu benim kendi kararım tarzı söylemlerle dine inanca ahlaka gelenek ve göreneklere zıt tavırlara, zıt hareketlere ve insanlara saygı duy!..
Muhafazakâr görünümlü fenomenlere saygı duy! Dizilere, gündüz kuşaklarına izlemesen de saygı duy! Gece vakti sokaktan gelen bangır bangır müzik sesine saygı duy! Yolda yürürken önden gelen sigara dumanına saygı duy! Otobüste parfüm banyosu yapanlara saygı duy! Küfürlü konuşan gençlere saygı duy! Saygı duymuyorsan görme, yürüme, binme, dinleme hatta ortadan kaybol!.. Yani bundan yıllar öncesini hatırlıyor insan da bugün kendilerine saygı duyulmasını dayatan insanların dün kendileri saygı duymaları gereken mütedeyyin insanlara muhafazakâr yüreklere saygı duyuyorlar mıydı? Onların zamanında saygı daha doğmamıştı. Literatürde yoktu. Şimdi saygıdan bol bir şey yok...
Ha bir de özgürlük... Herkes hiç olmadığı kadar özgür ama nedense hâlâ özgürlük isteriz diye ayyuka çıkıyor sesleri... Çok söylenen kelimelerin anlamları can çekişir oldu. Misal aşk, sevgi, saygı, özgürlük, barış, öz güven, mutluluk... Sanki dilimizden kurtulmak istiyorlar. Oysa bahtiyar, saadet-i seniyyem, saadet, hürmet, sulh kelimeleri nasıl canlı kanlı. İnsanoğlunun elinin değdiği şey nasıl tükeniyorsa dilinin değdiği kelimelerin de anlamları azalıyor hatta yok oluyor. Geriye sadece ses kalıyor. Ne diyelim? Biz zaten saygıyı yeğliyoruz her daim de siz saygıyla yeni tanıştıysanız medeniyete hoş geldiniz...
İlknur Şahin
ŞİİR
ÇELEBİ MEHMED HAN
Çelebi Sultan Mehmed Han ki on dört yaşında,
Bir aslan kesilmişti Ankara Savaşı'nda,
Babası Bayezid Han görseydi iş bu hâli,
Derdi: “Emin ellerde yine Devlet-i Âli.
Emîr Timur ordusu olacakken tarumar,
Arkamızdan vurulduk talih oldu ona yâr,
Çekildi derde deva için O Amasya’ya
Güneş gibi oradan doğdu bütün dünyaya.
Esaret zincirini parçalayan mücahit,
Göğsündeki kırk yara şecaatine şahit.
Her nerede bir zorba başlamışsa yağmaya,
Mazluma şefkatinden koştu zulmü boğmaya.
Ne kuru kavga için ne sözde erlik için,
Yeniden kıyam için birlik ve dirlik için,
Gaza meydanlarında bir başbuğ kükrüyordu,
'Kızılelma'ya doğru Mehmed Han yürüyordu.
Mukaddes dava için sarf eyledi ömrünü,
O kısacık ömründe olmadı rahat günü,
Murad’ına açtı o, fetihlerin yolunu,
İkinci Kosova’lar, Varna’lar bekler onu.
Taht ve taç sevgisini kalplerine koymadan,
Taht ve tacın sahibi oldu asil hanedan,
Gayeleri İla-yı kelimetullah idi,
Tevekkül ettikleri Hazret-i Allah idi.
Çelebim, Mehemmed’im, efendim, sultanımsın
Mülkü bayındır eden bir ulu hakanımsın,
Yıkılmaz direğisin mefkûremizin şahım,
"Yeşil Türbe"ndir hâlâ nurlu ziyaretgâhım.
Celaleddin Küpeli
UNUTULMAZ KELİMELER
MEFKÛRE: Ülkü, ideal:
İLA-YI KELİMETULLAH: Allah’ın dininin ve tevhit inancının yüceltilip yaygınlaştırılması yolunda gösterilen gayret.
TEVEKKÜL: Herhangi bir işte elinden geleni yapıp daha sonrasını Allah'a bırakmak.
MUKADDES: Değerli, kutsal.
GAZA: İslam dinini korumak veya yaymak amacıyla Müslüman olmayanlara karşı yapılan kutsal savaş.
ŞECAAT: Yiğitlik.
TARUMAR: Dağınık, karışık, perişan.
DEVLET-İ ALİ (OSMAN): Devlet-i âl-i Osman: Osmanlı imparatorluğu.