Evliya Çelebi gezmiş olduğu süre boyunca birçok şehre uğramıştır. Bu şehirlerden bazıları şunlardır:
İstanbul, Konya, İzmir, Antalya, Adana, Gaziantep, Sivas, Erzurum, Diyarbakır, Van, Trabzon, Sofya, Üsküp, Belgrat, Budapeşte, Viyana, Tiflis, Erivan, Tebriz, Isfahan, Bağdat, Musul, Kerbelâ, Basra, Şam, Halep, Hama, Kudüs, Gazze, Mekke, Medine, Kahire, İskenderiye...
Seyahatname'nin muhtevası gayet geniş ve zengin konuları kapsamaktadır. Öyle ki Evliya Çelebi gezdiği yerlerin insanlarını, onların geçim kaynaklarını, hayvancılığı, tarımı, balıkçılığı, iklimi, yer adlarını, nüfusu, mahalleleri, köyleri, evleri, sarayları, konakları, hanları, hamamları çeşmeleri, dergâhları, tekkeleri, camileri, kiliseleri, sinagogları, köprüleri, kaleleri, surları, dağları denizleri, gölleri nehirleri yani kısacası 17. Yüzyıl Osmanlısını bizlere apaçık bir lisanla Seyahatname'sinde göstermiştir...
Evliya Çelebi seyahatlerini kimi zaman at sırtında kimi zaman deve sırtında kimi zaman ise yaya bir şekilde gerçekleştirmiştir. Kimi zaman Mısır ve Arabistan çöllerinde sıcaktan kavrulmuş, kimi zaman ise Rusya’nın zemheri soğuklarında donma tehlikesi geçirmiştir... Seyahatleri esnasında birçok defa ölüm tehlikesi yaşamıştır. Seyyahımız, Kırım, Girit ve Balkanlarda birçok savaşa katılmıştır. Ve savaş gözlemlerini eserinde detaylı bir şekilde anlatmıştır. Evliya Çelebi bazen de devlet görevlisi olarak ulaklık yapmıştır. Ömrünün yaklaşık 50 yılını seyahate adamıştır. Seyahate düşkün olmasından dolayı hiç evlenmemiştir...
Evliya Çelebi çok yönlü entelektüel bir seyyahtır. Onu dar bir kalıba sokmak asla mümkün değildir. O, ana dili Türkçe dışında Arapça, Farsça, Rumca, Latince ve Yunancayı da öğrenmiştir. Evliya Çelebi aynı zamanda birçok mesleği de icra etmiştir. Bu mesleklerden bazıları şunlardır:
Seyyah, hafız, müezzin, padişah nedimi, tarihçi, coğrafyacı, şair, haritacı, yazar, dil bilimci, savaş muhabiri vs...
Kültür dünyamızın en renkli simalarından olan Evliya Çelebi’yi daha iyi tanımak ve anlamak hatta anlatmak için eseri Seyahatname'ye bakmak gerekir...
Adil Kaan Söylemez
ŞİİR
Ah İstanbul
Mavi dalgalarına vurulduğum sultanım.
Kökü mazide, dalı atideki çınarım.
Bu sevda böyle buruk, böyle kalamaz yarım.
Yoksa sızlar kemiği tüm toprakta yatanın.
Sökülürken kalbimiz söyle nasıl yaşarız?
Düşman sevindireni dost sayana şaşarız.
Dokunma mukaddese bende sığmaz taşarız.
Takılmayız tümsekte, çok engeller aşarız.
Kibir haddini aşmış küçük dağlar da neymiş,
Derdi fethin izini tarihlerden sileymiş
Akıllar mı tutulmuş? Seçtiğini bileymiş.
Meğer canım vatanım, bir gaflete gebeymiş.
Gerek yok ki tüfeğe, füze, mayına topa.
Geçemezken Boğaz'dan yol aldılar karada.
Kalbimiz hüzün yüklü, ellerimiz duada.
Sevinmesin hainler kavuşmasın murada.
Vaki olanda elbet pek çok hayır gizlidir.
Nasihat kâr etmezse bir musibet gerekir.
Sanmasınlar diz çöker, savaşmaya çekinir.
Bu millet yakılsa da küllerinden dirilir...
Zuhal Güzel
ESKİMEZ KELİMELER
MEHİL: Mehil Osmanlı döneminde korkulu yer, korkunç ve tehlikeli yer olarak kullanıldığı gibi önceden tanınan süre anlamında da kullanılmaktadır. Günümüzde sık kullanılan anlamı, bir işin bitirilmesi için tanınan ek süredir. Hukukta kendisine mehil verilen kimse, bu mehil bittikten sonra yeniden mehil isteyebilir. Verilebilecek ikinci süre, kanunda belirtilmese de uygulamada ''kesin'' süredir. Ancak uygulama her zaman bu şekilde olmayabilir ve bu durumda bir tarafın mağduriyetini ortaya çıkarır denilmektedir.