“Tarihin seyri içerisinde Türkler savaşma kabiliyetlerini ila-yı kelimetullah için sarf etmişlerdir. Ölürse şehit olmuş göklere kanatlanmış, yaralandılarsa yaralarını ve bedensel engellerini rıza-yı ilahinin dünyada bir nişanesi gibi taşımışlar gazi olmuşlardır.
Kuru cihangirlik kavgası olmayan, halis niyetli padişahlarının gölgesinde gazadan gazaya koşmuşlar, kimilerinin kalbi vatan topraklarına dönememişse de kaldıkları yerde ulu bir çınar gibi neşvünema bulmuşlardır.
Bir üst kimlik olarak Türkler, asıl deyişle Osmanlı coğrafyasındaki tüm Müslümanlar sebepler dairesi içerisinde her ne kadar üstün savaş teknolojisi ve askerî eğitimiyle gerçekleştirdikleri harpleri kazandı gözükse de aslında bu harpleri kazanmalarındaki asıl sebep arkalarında mütemadiyen mevcut olmuş "dua orduları"ydı.
Rivayet odur ki, Osmanlı son dönem, yani bütün küffar orduları Devlet-i aliyye’yi öldürmek için bütün cephelerde taarruz ediyorken bir gün cephelerin birinden Saraya, yapılan savaşın büyük meşakkatler içerisinde sürdüğünü ve ordunun muzaffer olması için hususi dua buyurulması arz edilir. Padişah efendimiz, yaverini kenar mahallelerde mukim bulunan bir yaşlı kadıncağıza gönderir ve gelen haberin kendilerine arz edilmesini emreder.
Yaver, yaşlı kadını bulur ve durumu izah eder. O mübarek teyze ellerini açar ve şöyle dua eder: “Ya Rabbi! Sen ki bana emrettin, bu vücudumu, saçımın bir telini dahi Müslüman kardeşlerime göstermememi! Şimdi Ya Rabbi, razı mı olacaksın küffar ordularının örtümü yırtıp senin rızan için sakındığım vücudumu, saçlarımı görmesine!”
Bir süre sonra cepheden haber gelir, galibiyetle neticelenmiştir harp… O büyüklerin buyurdukları gibi, Allahü teâlâyı sevenler var, bir de Allahü teâlâ tarafından sevilenler. İşte o sevilenlerdir ki, naz makamındadır. Sayılarının artması duasıyla…
Onur Genişcan
Dikkat
Göz görmüş dünya güneşini
Akla pay yoksa beyhudedir.
Gönül körse, vuslat incisine
Gündüzün güneşi nafiledir.
İçi boş yelkensiz rüzgârdadır
Fâni yokluk, daha ne uğraştadır.
Baki varlık, kalp atışı arştadır,
Arşın içinde belki hep nazdadır.
Her ateş güneş değil kanma,
Gönlüne, her ısıtanı yâr alma.
Belki nefis ağlatır, Leyla sanma,
Hakka ağla sultan bulur seni.
Sen seni bulmadan bul bileni,
Bekle kapıda çağırır elbet seni.
Adem kafesinde bülbül eder,
Ötersin gönlünde dertli dertli.
Derman nice dertten olsun hasat,
Vuslat hançeri kör tutmaz masat.
Gemi delik değil kulağın mı delik,
Sultana göster kendini, ona sat.
Alıcısı çok nefsin zara vermeyesin
Aşk yolu rahmanadır gevşemeyesin,
Kandili hûb deryasından alan zatı
Aman bir an bile kaybetmeyesin.
Yavuz Selim Bulut
Ankilozan Spondilit: Ankilozan: Eklem birleşmesi, spondilit: omurga iltihabı anlamına gelir. Ankilozan spondilit: Özellikle omurgaları tutan, ağrılı, ilerleyici kronik romatizmal bir hastalıktır. Esasen omurgayı etkilemekle beraber, diğer eklemleri, kiriş ve tendonları da (kasların kemiklere yapıştığı bölüm olan bağları) etkiler. Nadiren göz, akciğer, bağırsak ve kalbi de etkileyebilir. Söz konusu bu eklem, tendonlar ve kirişlerde başlayan iltihaplanma, Ankilozan Spondilitin de başlangıcını oluşturur. Bu rahatsızlıkta en sık etkilenen bölge leğen kemiği bölgesidir. Ama bel, göğüs ve boyundaki kemikler de farklı zamanlarda etkilenebilir.
Zaman içerisinde kuyruk sokumundan başlayıp boyuna kadar uzanan tam bir tutulum da olabilmekte fakat bu derece bir tutulum nadiren gerçekleşmektedir.