Varlığın yokluğunun habercisi, aldığın her nefes vereceğin son nefesin davetçisi, gözlerini her açışın sonsuz kapanışa davetiye.
Söylesene ey nefsim!
Hangi an için vaktini hunharca tüketmekte,
Var olmadığın yoklukta kendi kendine zulmetmektesin?
Sonsuz zaman katresinde bir andan ibaret olan, adına kıyamete değin dünya dedikleri;
Acılarınla ve bu acıların neticesi olan tecrübelerinle yoğrulup evrildiğin ve zamanla hiçlik kabilinden kendini bulduğun ve ol cümle âlemin, âdemin sahibini tanımak, yolunu bulmakla vazifeli olduğun ancak iman, tevekkül ve teslimiyet şuurunla kendinin aydınlatmaya muktedir olduğun, yokluk deryasında süre gelen hayat yolculuğunda ne hâldesin?
İşte bu mükemmel vücut ve bu vücudun ilmi ne enteresandır ki kalp ilmine göre sınırlıdır. Değeri ve kıymeti de azdır.
Niye? Çünkü bu bir beden ilmidir. Beden ise yok olacak ve bir gün son bulacak olandır… Diğer bir anlatımla bir binek hayvanı gibidir. Kalp ise onun üstündeki süvari gibidir.
Bir değer verilmek istendiğinde, binek mi kıymetlidir, binek üzerindeki süvari mi?
Dolayısıyla yaratılırken de esas olan bineğin yaratılması değil binek üzerindeki süvarinin yaratılmasıdır.
Bunu insanla sembolleştirdiğimizde, kalp vücut için değil, vücut kalp için yaratılmıştır.
Öyle bir ömür tüket ki; ruhunu Hakk'a hakikate esir ederek asıl hürriyeti tadasın.
En nihayetinde nefsinin zulmetinden arınıp vasl-ı uryânîye marifete kavuşasın. O ki tasavvuf yolculuğunun sonunda Allahü teâlâya kavuşma hâlidir. Nihâyete erme hâlidir. Vasl-ı uryânîde sâlik yani (tasavvuf yolcusu, vücudunun her zerresi ile Allahü teâlâyı zikreder buyurur İmâm-ı Rabbânî hazretleri. “Vasl-ı uryânî, nûrânî perdelerin tamamen yanmasından sonradır” buyurur.
Ben tenden kurtulurum, o hayâlden kurtulur,/Gideyim, vasl-ı uryânî ancak böyle bulunur” diye terennüm eder Mevlâna Celaleddin-i Rumî hazretleri…
Tek duan o olsun ki "kulu kölesi olduğun sahibinden; muvaffak ve muzaffer olmak" O’nu O’nun ihsanıyla bulasın...
Rumuz: "T.D."
ŞİİR
Al bayrağa hasret
Al bayrağım yükseliyor Kıbrıs’ta,
O ne heybet, o ne çehre, bayrağım.
Toprak olan, bin şehidin kanında
Kıvanç saçar, sevinç saçar bayrağım
Gökyüzünde martıların burnunda,
Amber kokar, kekik kokar, gül kokar,
Beşparmak'ın yalçın tepe ucunda
Türkiye’mden hatır sorar hâl sorar
Uçan kuşlar, selam durur önünde.
Sevgi saçar, şefkat saçar, nam saçar.
Hançerimiz hainlerin kalbinde,
İman saçar namus saçar şan saçar.
İsmail Süklüm-Kastamonu
TARİHTEN BİR YAPRAK
Osmanlıda hak hukuk ve adalet: Bir devletin büyüklüğü ihtişamı sadece sınırlarıyla yeterli değildir. Onu büyük ve üstün kılan en önemli özelliklerinden biri de hukuka ve adalete uygun hareket edebilmesidir. Osmanlı İmparatorluğu da bu konuda adil bir devletti. Bu konuda en başta Osmanlı Sultanları hakka hukuka uygun hareket ederlerdi. Yetkileri olduğu hâlde milletine karşı sorumluluk hissederlerdi. O yüzden hiçbir vatandaşın malına el sürmemişlerdir. Camilere ait vakıflara hiç dokunmamışlardır. Bunların gelirleri de fakir ve yetimlere aitti.
Bir Batılı diplomat Osmanlı ülkesindeki kanun hâkimiyetinden söz ederken şöyle der:
"Osmanlıda devletin emniyet ve disipliniyle ilgili insani kanunları ilahi kanunlar kadar önemlidir. Türkler bu gibi kanunların padişahın bile uymak zorunda olduğu kanunlar olarak bilmekte ve devletine bu derece güvenmektedir.”