Enteresan bir şekilde Freud insan davranışlarının kökeninde şehvet, öfke gibi temel biyolojik dürtülerin etkisine yer vermiştir. Bu teoriye göre kişilik nasıl bir şeydir? “id” adı verilen ve hayvanlarda da bulunan ve şartlar ne olursa olsun bir an önce tatmin olmayı isteyen içgüdülerin toplamı ile süper ego denilen moral ve inanç kısmı ve bunların çatışmalarını azaltan ego kısımlarından oluşan bir sistemdir.
Önemli bir konuya dikkat çekecek olursak, psikoloji konusunda yapılan çalışmalar incelendiğinde görülecektir ki bir tek Aristo ruhun varlığını kabul etmiştir.
Diğer bazı Batılı psikologlar ise; insan vücudunu tıpkı hayvan vücudu gibi kabul etmişlerdir...
Sinir sistemleri, idrak düşünce sistemleri, içgüdü hareketlerinden yola çıkarak insan davranışlarına anlam vermeye çalışmışlardır. Descartes, ruhun bedenle ilgisi olduğunu kabullenerek gerçeğe biraz yaklaşır gibi olduysa da skolâstik düşünceleri, akıl yürütmesini saptırmıştır.
Batı insanı bu çalışma sürecinde esasında insanın ruhunu da anlayıp onun üzerinde tam bir egemenlik kurmanın hayalindeydi… Oysa insanın en az bildiği alanlardan birisi ruh idi. Ve bu bilinmezlik denizinde nice âlim yani bilgin boğulmuştu.
1940’lı yıllardan ve II. Dünya Savaşı'ndan sonra psikoloji bilimine Amerika ağırlık verir oldu. Ne var ki çözüldükçe dolaşan bir yumağa benzeyen insanın ruhsal boyutunu incelemede E. Fromm, K. Horney, A. Maslow, C. Rogers gibi ünlü isimler yorulmuş, âdeta bu körebe oyunundan sıkılmışlardı. Bu konuyu elle tutulur gibi “gören” bir usta aramaya başladılar.
Batı dünyası aslında bilerek bilmeyerek maneviyat denilen ve tasavvufî atmosferde tam anlamıyla karşılığını bulan bir arayışın peşinde idi.
Bu bağlamda maneviyat psikolojisi ile uğraşan bilim adamları ne yazık ki kendileri tasavvufî bir eğitimden geçmedikleri için; bu konuda kendi nefisleri bizzat eğitimsiz olduğu için, hâlleri tıpkı şuna benziyordu: Kavanozun içindeki balı görüp de kapağını açamadığı için dışarıdan yalamaya devam eden çaresiz bal sevdalısına…
Tabii her şeye rağmen iki asrı aşan bir arayışın sonunda gelinen nokta, modern psikolojinin temellerinin kurulmasına da öncülük etmiştir...
E.Ü.-Almanya
ŞİİR/Usta’dan
Sevda uğruna
Mutluluk umarak gelme peşimden
Acının tadını bileceksen gel...
Yanmaya hazırsan kalp ateşimden
İçin kan ağlarken güleceksen gel...
Narinsin, incesin, üzülürsün bak
Yol çetin, dikenli, mutluluk uzak!
Ya geri dön, ya da gemileri yak
Ardına bakmadan geleceksen gel...
Geri dön bu yolda yorgun değilsen
Çilesiz aşklara dargın değilsen
Hiç gelme gönülden vurgun değilsen
Bu sevda uğruna öleceksen gel...
Hanefi Söztutan
UNUTULMAZ KELİMELER
SİTAYİŞ: Köken olarak Farsa olan sitayiş kelimesinin lügat anlamı, övmek, methetmek, takdir etmek anlamındadır. Daha çok bir kimsenin arkasından onun hakkında yapılan övgü durumudur. “Sizden sitayişle bahsetti” denildiğinde “sizi övdü” anlamı vardır. Sitayişkâr denildiğinde öven kimse, metheden kimse akla gelir. Çok az kullanılmakla birlikte överek anlamında “sitayişkârane” kelimesi de kullanılırdı. Divan edebiyatında yazılan kasidelerin methiye kısmına “sitâyis-gâh” kısmı denilir. Övme methetme kısmı anlamındadır. Yine edebiyatta bir kimseyi övmekle ilgili yazılan edebî üsluba da “sitâyiş-nâme” ismi verilir.
ATASÖZÜ
El ariftir yoklar senin fendini,
Dağıtırlar tuzağını bendini!..