Saat sabah yediye üç var. Aracımı caminin karşısındaki yolun kenarına park ettim. Camiye baktığımda kapısı kapalı, önü karanlık ve avlusu ıssız idi. Sandım ki ya imam efendi ve cemaat evlerinde uyuyakalmış kimse gelmemiş ya da sabah namazını kılıp herkes dağılmış. Ama bu ikisi de olamazdı, çünkü o gün için saat yediden sonra cemaatle namaz kılındığını bana söylemişlerdi. Camiye girince kapının açık olduğunu anladım. (Kapalı sandığımız kapılar aslında açıktır. Allah’a ulaştıran yollar mahlûkatın nefesleri sayısınca vardır.) İçerisi aydınlıktı ve cemaat vardı. Caminin önü nasıl karanlık ise camiinin içi bir o kadar nurlu ve ışık doluydu. Ve de içeriye girer girmez insanın içine bir huzur doluyordu. Caminin içi şenlik havasındaydı. Çünkü on beş genç cemaatle beraber farzı kılmayı bekliyorlardı...
Hemen sünneti kıldım ve ben de farzı bekleyenler kervanına katıldım. Sessizce, sükûnetle, sekinetle ve huzurla dolu bir bekleyişti bu. Koşuşturmacanın içinde sürüklenen hayatımızda bir nefes alış, bir duraklayış, bir soluklanış, bir sorgulayış beklemesi gibi bir durumdu. Sonra müezzin efendinin okuduğu kametle cemaatle farz kılınmaya başlandı. Camide iki saf olduk. İmam Efendi güzel sesiyle cehri olarak Fatiha suresini ve ardından zammı sure olarak bazı âyetleri okudu. Kul olduğumuzu bir daha idrak ettik. Huzurda hazır bulunmanın zevkini ruhumuza hissettirdik. Selam ile namaz hitam olunca tesbihat yapıldı. İmam Efendi gençleri camide görünce sevindi. “Ben bu gençlerle fotoğraf çektirmek istiyorum” dedi. İmam Efendinin bu güzel davranışı beni ziyadesiyle sevindirdi. Çünkü bu devirde bu kadar genç sabah namazında camiye gelmiş, imamımız da gençleri hoşnut etmek için “ben fotoğraf çektirmek istiyorum” diyor. Böylece gençlerin gönlünü hoş ediyor, ne güzel bir davranış...
Camiden çıkınca çorbacının yolu tutuldu. Çorbacıda siparişler verildi. Kimi kelle paça kimi tavuk suyu kimisi de mercimek çorbası siparişi verdi. Çorbalar gelinceye kadar gençler kendi arasında hasbihâl etti. Çorbalar içildikten sonra huzur ve mutluluk dolu gönüllerle herkes evine yol aldı. Bir cumartesi sabahında bu güzel hatıra da hayatımızdaki yerini aldı...
Cüneyt Aybey-Turgutlu/Manisa
ŞİİR
YETMEDİ Mİ?
Ömür ağacımdan döktün yılları,
Yetmedi mi beni benden aldığın?
Çıkmaza çevirdin bütün yolları,
Yetmedi mi beni benden aldığın?
Gündüzler çekilmez, geceler haram,
Kanıyor bağrımda açtığın yaram.
Aldığım nefesle bozuldu aram,
Yetmedi mi beni benden aldığın?
Hayat ışığımı söndürdün gittin,
İyiyi kötüye döndürdün gittin,
Bu yükü omzuma bindirdin gittin,
Yetmedi mi beni benden aldığın?
Dört duvar ardında benzim solacak,
Başka da bir yerim yok ki kalacak,
Daha neyin kaldı bende alacak?
Yetmedi mi beni benden aldığın?
Ellerin dilinde zül oldum artık,
Sevda yangınında kül oldum artık,
Sürgünde bir meczup kul oldum artık,
Yetmedi mi beni benden aldığın?
Mustafa Sinan Ay
PRATİK BİLGİLER
Cilâlı eşya: Cilâlı masa ve sehpaların üzerine konan sıcak veya ıslak şeyler, mobilyalar için çok zararlıdır. Cilâları kaldırabilir. Bunu düzeltmek için mumla yağı karıştırıp, cilâsı bozulan yere birkaç defa sürmelidir, çok faydası görülecektir.
İlikler: Ne kadar dikkatli de olunsa yıkama, iliklerin az çok bozulmasına yol açar. İşte buna fırsat vermemek için, düğmeli şeyler, açık değil de, ilikledikten sonra yıkanır. Böylece iliklerin genişleyip, uzamaları önlenmiş olur.
Lahananın kokusu: Evde lahana veya karnabahar pişirirken etrafa yayılan koku hep bilinir. Bunu önlemenin çaresi tencereye birkaç dilim ekmek koymaktır. Ekmeğin ufalanıp yemeğe karışmasını önlemek için, temiz bir tülbende sarıp koymalıdır.
Pirinç pilavı: Pilav yapmadan önce, pirinç ılık ve tuzlu suda on dakika bekletilip, birkaç defa yıkanırsa pilav tâne tâne olur. Bu arada, pilavın buharının çıkmamasına dikkat edilmelidir.