Sanatta intihal (alıntı)

A -
A +

Sanatta intihal konusu hassas bir durumdur. Bu gibi değerlendirmeler yapılırken birçok değişken hususu göz önünde bulundurmak yerinde olacaktır. Tanzimat’la birlikte yöneldiğimiz Batı Edebiyatı anlayışı tercüme eserlerle başlar. Daha sonra özellikle tiyatro ve anlatım türlerinden adaptasyonla (uyarlama) devam eder.

 

Cumhuriyetten sonra bile toplumda Batı dillerini çok iyi bilen aydın sayısı sınırlıdır. Bu durumda intihallerin çokluğundan söz edilebilir. Ancak başka kültürlerden değişik sebeplerle etkilenen bir milletin kültürel varlığı etkilendiği kültürün taklidi olarak algılanabiliyor. Klasik divan şiirimizin Arap ve İran edebiyatlarından alındığı (devşirildiği) anlayışı maalesef yaygındır. Sığ bir yargı ile bu edebiyatın intihal olduğunu savunanlar da var. Aynı kültürden yetişen şair ve yazarların bir önceki ediplerden etkilenmesinden daha tabii ne olabilir. Yeni edipler edebî varlıklarını var olan eski kültürün üzerine yeni orijinallikler ekleyerek sürdürürler. Bu su götürmez gerçektir... Afrika kabilelerinden neden Nobel’e aday yazar çıkmaz. Çünkü dil ve edebiyatın gelişimi henüz o olgunluğa ulaşamamıştır. Hâl böyle olunca intihal konusuna ben biraz farklı bakıyorum. Etkilenme ile alıntı arasındaki çizgi çok fludur. Benzerlikler günümüzde intihal gibi algılanıyor. Hatta konu benzerliklerini bile intihalle değerlendirme yaklaşımları var. Oysa edebiyatta konular çok sınırlıdır. Önemli olan ortak konuyu edibin nasıl işlediğidir. Kendi mührünü konuya vurabilmiş mi, üslûbu esere yansımış mı, ona bakmak lâzım.

 

Bir de kültürden beslenme var. Hazreti Yunus, Ahmet Yesevi'den beslenmese bu seviyede bir Yunus olur muydu? En son gelen başarılı edip önceki birikimin yekûnudur. Öncekilere benzemezse şaşmak lâzım. Mehmet Kaplan bu konuda der ki: “Aslan ormandan aldıklarından ibarettir ama orman değildir. Ormandan hazmettikleridir.”

 

     Şaban Özüdoğru

 

 

ŞİİR

 

 

     Kalır bana

 

 

 

Ne vakit sevdaya açılsa yolum,

 

Önümde dikenli tel kalır bana.

 

Bir kere huzura sarılsa kolum,

 

Elveda diyen bir el kalır bana.

 

 

 

Talih bir kerecik yüzüme gülse,

 

Dost gelip gözümden yaşımı silse.

 

Elin bahçesine ilkbahar gelse,

 

Dalında kurumuş gül kalır bana.

 

 

 

Tek geldim dünyaya, giderken tekim,

 

Çare bulamadı derdime hekim.

 

“Son sözün ne?” diye sorarsa hâkim,

 

Lal olmuş, yaralı dil kalır bana.

 

 

 

Mustafa Sinan'ın dinmez acısı,

 

Kalmadı ne kardeş ne de bacısı.

 

Tüter yüreğimde hasret bacası,

 

Ateşten geriye kül kalır bana.

 

 

 

     Mustafa Sinan Ay

 

 

KELAM-I KİBAR KİBAR-I KELAMEST

(Büyüklerin sözü, sözlerin büyüğüdür)

 

 

İhlas Holding'in kurucusu Enver Ören Abimiz bir gün şöyle anlattı:

 

"Mübarek Hocam (Allah rahmet eylesin) buyurdular ki: Tam İlmihal Seadet-i Ebediyyeyi okuyan âlim olur. Eğer içindekileri anlar da amel ederse evliya olur. Kalbi temizlenir... Kırk elli sene yalnız o kitabı yazmak için uğraştılar. Her satırında Hocamızın ruhaniyeti var... Balın kıymetli bir gıda olması, birçok çiçekten toplanarak hazırlanmasından ileri gelmektedir. Seadet-i Ebediyye de buna benzemektedir. Yüzlerce kitaptan seçilerek toplanmıştır...

 

Geçenlerde bir abla gelmiş bizim hanıma, çok mühim bir şey oldu: Tam İlmihal'i okuyordum. Tam böyle bir satır geldi, her taraf ışıklandı. O ışıklar tek tek Hüseyin Hilmi Işık yazıyordu. Alt satıra geçiyorum. Yine Hüseyin Hilmi Işık yazıyordu. Bu nedir? demiş... Bizim hanım da, "Babam derdi ki: Kitaplarımı okuyanlar satırları arasında beni bulurlar. Sen buldun, tebrik ederim, demiş.... Yetmez mi? Onun için, mükatebe, yani okumak, nısf-ı mükaleme gibidir. Yani, bir saat kitap okursan yarım saat Mübarekler ile sohbet etmiş gibi olursun... Efendim el mükatebe yani kitap okumak, nısf-ı mükaleme, yarı sohbet gibidir.”

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.