Sen kimsin?

A -
A +

“Sen kimsin?” diye sordu adam.

 

“Beni tanımıyor musun? O nasıl soru?” diye cevapladı.

 

“Ben seni tanıyorum elbet. İsmini de aileni de biliyorum. Ama sen kendini tanıyor musun? Sahi sen kimsin?”

 

Adam şöyle bir baktı, “İşte Soner ben. Mustafa’nın kardeşi. Bir de berber olan kardeşim var” dedi.

 

Adam yine sordu: “İsmini biliyorum. Ama senin kim olduğunu bilmiyorum...” Sonra devam etti: “Kimsin sen, necisin, kimlerdensin, niçin buradasın ne yapıyorsun ne için yaşıyorsun?”

 

Bu arada kahveye 90’ına merdiven dayamış Ali dede girdi. Özkan ona bir çay uzattı. Dayanamadı döndü Ali dedeye. Sigortada çalışmış o da çaycılık yapmıştı. Ona sordu bu soruyu: “Sen kimsin Ali amca?”

 

Ali amca elindeki o ufak çantasını masaya bıraktı. Şöyle bir düşündü. Ve soruya “Kim olduğumdan ziyade, kim olmam gerekiyor? Ve ben kendime ‘kim olmam gerekiyor?’ sorusunu sorarak arıyorum kendimi” diye cevap verdi.

 

Kafası karıştı genç adamın. Ben kim olmalıyım? Ve bunun için nasıl bir yoldan gitmeliyim? Gözünü kapatmış, kulağına tıkaç takmış, ellerinde kalın eldivenler, başından hiç çıkarmadığı kask ile nasıl bir hayat yaşanırdı. Tavşan kanı renginde çaylarla, yürürken kendine kim olması gerektiğini mi soracaktı?

 

Görmek, duymak lazımdı. Düşünmek için hissetmek ve anlamak için bilgi sahibi olmak lazımdı. Bunun için düşünmek ve de sormak lazımdı.

 

Soner, aşçı Recep Ustanın siparişini götürürken kapıda TV’ci Hakan’ın telefonu yazıyordu. Belki de akla kayda değer şeyler de yazmak gerekiyordu. Aramadan bilinmez, sormadan öğrenilmezdi. Emekli üç beş kişi masaya oturduğunda soruların sorulmadığı ve dolayısıyla hiçbir cevabın bulunamadığı bir sohbet başlamış oldu. Sonu “Kendini bilen Rabbini biler” cümlesine kadar uzandı... Maksat hasıl olmuştu...

 

     Serhat Yahyaoğlu

 
 
 
ŞİİR
 
          Beni, sensiz bıraktın
 
Suçum neydi bilmedim, seni, bensiz bıraktın.
Böyle yalnız kimsesiz, beni, sensiz bıraktın.
 
Elim kolum bağladın, yalnız kalıp ağladın.
Ne menfaat sağladın, beni sensiz bıraktın.
 
Akar gözden yaşların, çatık durur kaşların.
Zehir oldu aşların, beni sensiz bıraktın.
 
Çalan olmaz kapını, ayrı tuttun safını.
Esirgedin aşkını, beni sensiz bıraktın.
 
Yazlar, kışlar geçiyor, aylar, yılı biçiyor.
Günü gelen göçüyor, beni sensiz bıraktın.
 
Ne yamanmış inadın, bu mu senin muradın.
Âşıkları kınadın, beni sensiz bıraktın.
 
Güller soldu görmedin, güneş doğdu gülmedin.
Benim gibi sevmedin, beni sensiz bıraktın.
 
Aklar düştü saçıma, kaldım bir tek başıma.
Nerden çıktın karşıma, beni sensiz bıraktın.
 
Duymaz oldu kulağın, gelmez oldu ulağın.
Vuslat denen duvağın, beni sensiz bıraktın.
 
Sümbül büker boynunu, kurtlar yiyor koyunu.
Yarim bozmaz oyunu, beni sensiz bıraktın.
 
Aciz gücüm yetmedi, sana aşkım bitmedi.
Gönlün benle, gitmedi, seni, bensiz bıraktın.
 
     Aciz-A. Gök (Sultan Divanından)
 
 
 

ESKİMEZ KELİMELER

 

 

MÜŞEVVİK: 1. Şevk ve gayrete getiren, arzusunu, isteğini artıran. 2. Teşvik eden, fenalığa sevk eden, ayartan, kışkırtan, önayak olan.

 

MÜŞEVVEŞ: Karmakarışık. Belirsiz, düzensiz, karmakarışık. Umur-ı müşevvese: karmakarışık işler.

 

AŞİNA: Eski eserlerdeki yazılışı “âşinâ” şeklindedir. 1. Bildik, tanıdık olan. 2. Daha önceden bilinen (şey) 3. Bilen, tanıyan (kimse)

 

AŞİYAN: 1. Kuş yuvası. 2. Ev, oturulan yer.

 

MEVZUAT: 1. Bir ülkede yürürlükte olan yasa, tüzük, yönetmelik vb.nin bütünü. 2. Ticaret. İçine ticaret malı konulan sandık, çuval, teneke vb.

 

KASVET: İç sıkıntısı. Sıkıntı, gam, keder, tasa, kasavet. Kasvet çökmek: Sıkıntılı bir hava hâkim olmak. Kasvet vermek: Sıkıntı vermek.

 

BATTAL: 1. En ve boyca alışılmış olandan büyük. 2. (mecaz olarak) İşe yaramaz, kullanılmaz.

 

TEŞRİF: 1. Bir yeri onurlandırma, şereflendirme. 2. Gelmesiyle bir yeri onurlandırma. 3. Bir yerden bir yere gelme veya gitme.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.