“Benim çektiğim sıkıntıları evladım çekmesin” ne demek? İki kısa anekdotumu sunmak istiyorum. Meksika çöllerinde yetişen ve sağlam lifleriyle meşhur olan Sisal adlı bir kaktüs türü vardır. Zor şartlarda dayanılmaz soğuk ve ayazda kavurucu sıcaklarda taşlı, çakıllı topraklarda mücadele ederek elde ediyor sağlam liflerini.
Aksine bu bitkilerin istediği şartlar sunulduğunda evet bitki birkaç kat büyüyormuş ama lif oluşmuyormuş. Deneyler öyle gösteriyor. Demek ki lif oluşabilmesi için o zor şartlarda mücadele etmesi gerekiyor.
İnsan da öyledir... İçimizdeki cevherin zorluklara katlanmayla, mücadele ve sabırla geliştiği bir gerçektir. Kendisine hazır mal bırakılan nice kimselerin alın teri olmadığı için kıymetini bilinmeyip har vurup harman savurduğuna çok şahit olmuşuzdur.
Konuyu daha anlaşılır kılabilmek için bir anekdot daha verelim. Tıpkı okyanuslara açılan gemicilerin korkulu rüyası korsanlar gibi karıncaların da korsanları vardır. Bu nasıl mı oluyor? Bir karınca başka bir karıncayı esir alıyor. Kendisi sırtüstü yattığı hâlde esir karıncaya her türlü ihtiyacını karşılattırıyor. Bu keyif, esir karıncanın kaçıp kurtulması ya da ölmesi durumunda son buluyor ve korsan karıncanın da sonu oluyor. Nasıl mı? Günlerce haftalarca hareketsiz yatan korsan karıncanın ayakları kütleşiyor ve hiçbir ihtiyacını karşılayamaz oluyor. Hiçbir karınca da yardımcı olmuyor ve korsan karınca yattığı yerde açlıktan ölüyor.
Çalışmayan insan asalaktır! Başkaları kazanıyor o yiyor demektir. Böyle insanlar hem kendine hem topluma zararlıdır. Asalak yaşamaya bir defa başladı mı artık onu kolay kolay çalıştıramazsınız. Böyle insanlar darda kaldıklarında bile çalışmak yerine alışkanlıklarını devam ettirebilmek için en yakınları da dahil hemen herkese her türlü kötülüğü rahatlıkla yapabilir. Ama ne yaparsa yapsın tembel kimse daima mahrum olur.
Mustafa Ali Mahdum
ŞİİR
Bir gün daldım gözlerine,
Çıkamaksızın bağlandım,
Kavuşamayacağımızı anladım
Ama senden kopmadım...
Tek taraflı mı diye,
Düşünüp durdum, kalbimi.
Tek taraflıydı anlamıştım,
Ama senden yine kopmadım.
Her sabah yolunu gözler dururum,
Ama sen yolu hep yokuşa sürdün.
Senin için yokuşları azimle aştım,
Sonunda senin olduğun mevkie ulaştım.
Karanlığım sensen/Güneş doğmasın
ADLİ TIP TARİHİ: Adli tıp, sistemli bir bilim dalı olarak Avrupa'da ilk defa Fransa'da uygulanmaya başladı. Resmî olarak da 17. yüzyılda kabul edildi. Ders olarak 1650'de Leipzig Üniversitesinde Bohn tarafından okutulmaya başlandı. İngiltere'de ise ilk adli tıp kitabı 1788 senesinde Samue Farr tarafından yayımlandı. Osmanlı Devleti’nde ise ilk adli tıp dersi Sultan İkinci Mahmud Han tarafından Tıbhane-i Amire adı altında kurulan ve daha sonra Mekteb-i Fünun-i Tıbbiyye-i Şahane adını alan öğretim kurumunda Dr. Serviçen tarafından verildi. Daha sonraları Darülfünun (İstanbul Üniversitesi) Tıp Fakültesinde de Adli Tıp dersi okutuldu. Adli tıp hizmetleri de hükûmet ve belediye tabipleri tarafından görüldü. 1933 Üniversite reformundan sonra İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesinde bir Adli Tıp Enstitüsü kurularak, müdürlüğüne Prof. Dr. Saim Ali Dilemre getirildi. Bugün Türkiye'de Tıp ve Hukuk Fakültelerinde adli tıp dersleri verilmektedir.