Türkler, devlet kavramını mutluluk anlamında da kullanmışlardır. “Başına devlet kuşu kondu” derken, şans ve talih kastedilmektedir. Lügat manası olarak devlet belirli bir toprak üzerinde kimseye bağımlı olmadan, o coğrafya üzerinde yaşayan insanların bir araya gelerek oluşturdukları bir yapıdır.
Bu insanlar bir cümlelik tanımlamayla izah edilmek istenirse, kendi aralarından seçtikleri ve hukuk çerçevesinde görevlendirdikleri insanların koordinasyonunda yaşarlar. Kaba bir tanımlamayla iç güvenliği sağlamak için görevlendirdikleri insanlar polis, dış güvenliği sağlamak için görevlendirdikleri asker, insanların eğitimini sağlamak için görevlendirdikleri eğitimci, hak ve hukuku sağlamak için görevlendirdikleri adalet vb. gibi kurumsallaşma söz konusu olmuştur. Tüm insanlar bu tüm kamu kurumunda çalışanların ve bunların yapacağı tüm hizmetlerin finansını karşılamayı taahhüt etmişlerdir.
Halktan bu vb. amaçla alınan paraya da vergi denilmektedir. Bu organizasyonu sevk ve idare etmek için halkın seçtiği sınırlı sayıda kimseye de halkın vekili “milletvekili” denilmektedir. Bu vekiller de halk adına bu koordinasyonu sevk ve idare eder. Bu tür bağımsız bir yargısı, bağımsız bir ordusu, bağımsız kurum ve kuruluşları olan; bayrağı, millî marşı, para birimi, alfabesi vb. gibi kendine özel sembolleri bulunan ve haritada sınırları belirtilen insanların hepsine birden millet, bu insanların ortak olarak adını verdikleri organizasyona da devlet denilmektedir.
“Türk milleti” , “Türk devleti” denildiği gibi... Türkler yeryüzünde en fazla devlet kuran milletlerden biridir. Bu aslında bir başarı sayılmakla birlikte istikrarsızlığın olumsuz sonuçlarını yansıtmak açısından da önemli bir semboldür. Şöyle ki, Çin milleti ile Türk milleti Orta Asya’da tarih sahnesine yaklaşık aynı yıllarda çıkmalarına rağmen Çinliler hiç huduttan hududa atılmamış oldukları için bugün bir buçuk milyar nüfus ile dünyanın en büyük ülkesi iken, bütün Türk coğrafyalarındaki yaşayan Türk milletinin nüfusu toplam olarak 250-300 milyonu ancak bulmaktadır.
Akif İrfan İzgördü
ŞİİR
Yalnızlığın esiri
Bir esrarengiz rüya bu,
Hayat böyle olmasa gerek...
Bir hayal belki bir ütopya bu,
Dünya böyle dönmese gerek...
Elimde çocukluğumdan umut kırıntıları,
Kalbimde serzenişlere yer kalmamış.
Hangi kuş tüketti son umudumu,
Ellerimde kırıntı bitmiş,
Kalbim kırgınlık dolu...
Tükenmişlik kendi kendimde,
Bir masalın sonuna inanmışlık belki de...
Yılgınlık yaşamaktan yaşarken ölmekten,
Yılgınlık mutluluktan mahrum edilmekten,
Anlamsız kelimeler kol kola girmiş,
Bir veda her yanımı tarumar etmiş.
Bir düş görmüşüm bir düşten uyanıp
Son sevdiğimi toprağa gömünce,
Kararmış çifter çifter günlerim.
Her ölüm başka bir ayrılığa gebe,
Bir ezanla doğrulan bedenler,
Kalben hakikatten nasıl gafiller?
Kuşlar gagalarıyla oydular zamanı,
Tükenince anladık güzel günleri...
Kalmadı içimde ne his ne heves,
Kalbimde dağılmaz bir hüzün kümesi,
Kavgası bitmeden şiiri biter mi şairin?
Olmadığı birine dönüşmeye mahkûm insan,
Birbirini tanımayan cümleler kıyasıya samimi...
Bir benim kopan bu kafileden,
Bir benim bu yalnızlığın esiri...
Kübra Can
KELAM-I KİBAR KİBAR-I KELAMEST
(Büyüklerin sözü, sözlerin büyüğüdür)
* Hazreti Alî (radıyallahü anh) buyurdu ki: Bütün ilimler besmelenin “B”sinde, belki “B”nin noktasında toplanmıştır. 1/201. [Mektûbât Tercümesi: 240.]
***
*Muhyiddîn-i Arabî hazretleri buyuruyor ki: Kerameti çok olanlar, son nefeslerinde, bu kerametlerin açığa çıkmasından pişman olurlar. 2/92. [Se’âdet-i Ebediyye: 749.]
***
*Sagîre üzere ısrar eylemek kebîredir. [Küçük günâha ısrar, büyük günahtır.] 2/36. [Eshâb-ı Kirâm: 222.]