Daha altı aylıkken bebelerimizin elinde oyun aparatı olarak bulunan cep telefonları çok değil bir nesil öncesinin korkulu rüyasıydı biliyor musunuz? O dönemin özellikle çelebi tipleri diyordu ki: “Nereden çıktı şu mobil telefonlar canım... İnsan konuşmak istemese de bunun sayesinde konuşmaya başlar yahu...”
Bir kısmı da cevap yetiştiriyordu:
“Siz durun hele bunların bir de faturası gelecek... Siz o zaman görürsünüz!..”
Yani konuşmaya da mı para vereceğiz be yav? E adam seni hem konuşturuyor hem de senden para alıyor işte... Teknoloji denilen şey böyledir...
Derken bu konu paralı da olsa herkesin hoşuna gitmeye başladı... En keyifli olanı da kendi kendine konuşmak değil, gerektiğinde değil istediği zaman istediği kimseyi arayıp onunla konuşabilme keyfini yaşamaktı...
Adam yemek yerken konuşur, otobüs beklerken konuşur sana ne canım ne zaman isterse istediğini arar konuşur...
Sonra bir dönem bu telefonların manyetik alan etkileri tartışıldı uzmanlar tarafından... Yok cep telefonları insan beynine, yok bilmem kalbine zarar veriyormuş. Çocuklardan uzak tutmalıymış. Uzun süreli konuşmamalıymış. Kalbe yakın yerde böbrek üstünde filan taşımamalıymış...
Bunlar da kimsenin umurunda olmadı... Cep telefonları da bir yandan antenliden antensize derken level atlamaya devam etti...
Faturalar hayatımızın bir parçası oldu... Ödemeler otomatiğe bağlandı... Derken bırakın cep telefonlarının faturasını ödemeyi, fatura ödemelerini mobil bankacılık sistemiyle telefonlardan yapmaya başladı millet...
Dahası cep telefonları artık her birimizin beyni oldu... Otomobilde onunla yol bulmaya başladık. Bilmediğimiz bir şeyi öğrenmek için onun arama motoruna sorduk... İnanılmaz filmler, oyunlar, sosyal medya paylaşımları mısır patlağından belki de milyon kez fazla patladı hayatımıza... Birbirimizi onunla linç etmeye başladık... Dünyayı sığdırdık avucumuza dünyayı...
Meğer kalbe zararlı, beyne zararlı derken bunu söylemek istiyormuş uzmanlar... Onlar bizim beynimiz, kalbimiz oldu... Ve geldiğimiz nokta... Cep telefonlarını hayatımızdan alın, hayatımız biter...
Gülşah Bade Nazlıoğlu