Hayat bu, doğmamız elimizde olmadığı gibi ölmemiz de elimizde değil. Onu ancak Allah bilir. Kula düşen kendine emanet edilen bu bedeni sağlık sıhhat ve afiyet üzere yaşatabilmek için gayret etmektir. Her yaşın kendine göre bir güzelliği vardır. Yeter ki hayata güzel yanlarından bakalım ve hangi yaşta olursak olalım hayatımızın yaşanmaya değer olduğu gerçeğini aklımızdan çıkarmayalım.
Bazı yaşlılar bilhassa emekli olduktan sonra kabuğuna çekilip toplum tarafından işe yaramaz iş göremez duygusuna kapılarak toplum dışına itildikleri psikozuna girilebilir.
Günümüzde şehirleşme artmıştır. Bu da kişiler arası münasebeti gevşetir. Aile içinde ve evde kişiler arası iletişim azalır bağlar iyice zayıflar. Bütün bunlara şimdi de bilgisayar ve hele hele internet ve dokunmatik telefonlar eklenince evlerde saatlerce kimse kimseyle iki kelime etmez ve bundan da en büyük zararı ne yazık ki yaşlılar görmektedir.
Yaşlılar şehirleşmede unutulmuş veya şehirleşme planlanırken hesap edilememiş bir sosyal hayal kırıklığıdır. Çünkü yaşlı insanlar gerek aile fertleri gerekse toplum içinde hayatın ritmine ayak uyduramaz konumda kalmıştır. Bu acımasız ritimde hayatta kalabilmek için gençler gibi dinamik hızlı ve aktif yaşamaya mecbur kalmışlardır. Bu medeniyet bu tüketim çağı, yaşlı insanlara yaşına göre, onlara yaşlı olarak aheste ve dingin bir hayat yaşayacak yer ve imkân bırakmadığı gibi gençlere de yaşlıyla ilgilenme şansı ve düşüncesi bırakmamıştır.
Herkesin nereye gittiğini, nasıl gittiğini niçin gittiğini bilmediği bir maraton hâline gelmiştir
Yaşlılar ister istemez bu duygusuz, bu insafsız veya tek kelimeyle merhametsiz medeniyette hayatını kimseye muhtaç olmadan sürdürebilmek için bir “yuva” aramaya başlamışlardır.
Çünkü eskiden olduğu gibi değildir hayat, her evlenen çocuk ayrı bir yuva kurup ayrı bir dünya olmaktadır. Yeni şartlar eskisi gibi yaşamaya elverişli değildir.