Sönmüş mabedin ışıkları... Kim ne istiyor viran olmuş kalbimden? Ellerim duaya muhtaç, dudaklarım amine…
Başımı secdeye koyacağım. Kim kilitledi bu kapıları niye? Kim kondurdu bu bombaları, Mescid-i Aksa’ya koşan yüreğime?
Erkendi henüz zaman! Bir çocuğun koşması. Kıtalar arasında ve bir el işareti uzaklara… Bir kadının hüznü, bir çocuğun sevincine karışıyor… Nasıl olur demeyin! Düşmesinden korkarken anne, çocuk ölüyor!
Bir çocuğun teslimiyeti, annenin sabrına karışıyor… Sonra bir babanın şükrü, benim gözyaşlarıma… Ne çok şey ne çok şeye karışıyor böyle son zamanlarda?
Bir kızın hayali, kayalıklara takılıyor! Sonra bir uçurum, Sonsuz bir boşluğa… Neden yarım kalır, bu coğrafyalarda hep hikâyeler? Neden severken hasretler, biriktikçe birikir içinde insanın?..
Ah kutsal mabedin ışıkları yandı! Kalbim bu ana değin tarumardı! Sevinecek mecali kalmamış oysa… Sevinmek semadaki beyaz kuşlara kaldı! Üzülecek mecali kalmamış oysa. Üzülmek yem bekleyen kumrulara kaldı… Ben beyaz kuşlara imreniyorum yine de akşamüstü hüznünü barındırırken içimde!
Esenlik veren pervaneler, anlamıyor kuşların dilinden… Kuşlar fırtınalı havalarda uçamaz oysa, sadece bir elektrik telinde, ya da bir ağaç dalında, sakince bekler ıslanarak yağmurlarda...
Ve kalbim öyle zamanlarda çokça dua eder Allah’a! Uçamadıkça acır canı, ağladıkça ve ağladıkça…
Herkes iyi olsun! Ve yansın daima bu mabedin ışıkları…
Eğlencelere tok karnım, eşya tamahına tok! Kelimelere tok karnım, iftiralara tok! Ruhum yalnızca mabedin arzusunda… Sonsuza kadar İslam’a açılsın kapılar!
Ruhum bir çınarın altında, kocasın ışıkların ihtişamıyla… Gösterişe ihtiyaç duymaz ya mücevherler, öyle parıldasın kalpler İslam nuruyla!