Üniversite öğrencilik yıllarımda büyük bir âlimin kitabını okurken çok şaşırmıştım. Çünkü hiç hayal bile edemeyeceğim bir konuyu işliyordu. Gençliğinde sevdiği bir kıza olan aşkını romantik bir şekilde anlatıyordu. Onu okuduktan sonra arkadaşlarımızla yeni bir tartışma konusu ortaya çıkmıştı. Mütedeyyin bir genç de âşık olabilir miydi? Yaptığımız uzun tartışmalar sonucu aklımda kaldığı kadarıyla bazı sonuçlara varmıştık. Şöyle ki: Aşk aslında günümüzdeki gibi cinsellik demek değildir. Aşk, insanı duygusal yapar. Günümüz gençlerinin çoğunda duygusallık zayıftır. Aşk çokluktan birliğe götürür günümüzde çoğu kimse bu konuda gömlek değiştirir gibidir. Aşk Leyla’dan Mevla’ya götürebilen duygudur. Aşk eskimez, aksine yıllar geçtikçe daha da bağlanılır ve âşık maşukuna bir türlü doyamaz... Hani derler ya bir teyzemize sormuşlar:
“Teyze amca hiç sana çiçek aldı mı?”
“Çiçek almazdı ama aldığı fistanların hepsi çiçekliydi.”
-Aşk, bazı filmlerdeki gibi her gün eşine “seni seviyorum” demekten öte, “yaz günü, temmuzda sen terle ben sileyim” diyebilmektir.
Yine sormuşlar nineye:
“Ninem siz hiç âşık oldunuz mu?”
Mahcup olup gülümserken der ki:
“Ben aşk nedir bilmem. Benim adamım da hiç 'seni seviyorum' demedi. Ancak şunu söyleyebilirim. Dişim yok ya ekmeğin içini hep bana verir. Seviyorum diye soğanın cücüğünü ve karpuzun göbeğini bana bırakır. Ne bileyim oğul bizim adam öyledir...”
En son geçtiğimiz günlerde Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin, Kerem ile Aslı tarzında aşklar kaldı mı acaba diye düşünürken bir haber yüreklerimizi yaktı... Ülkemizde bir köyümüzde yaşayan ve birbirini seven iki gencimiz, evlenmelerine aile tarafından izin verilmeyince üç gün arayla önce kızcağız sonra sevdiği oğlan hayatlarına son vermişlerdi. Bu son derece üzücü olay acaba Leyla ile Mecnun’daki gibi, Kerem ile Aslı’daki gibi, Ferhat ile Şirin’deki gibi eski sevdaları aratmayan gerçek bir sevda acısı mıydı?