Bu yazı “İyi ki…” diyen ve henüz diyemeyen CHP’li kitleye

Sesli Dinle
A -
A +
İstanbul seçimlerinde yaptıkları gibi…
 
Bu defa da Kemal Kılıçdaroğlu seçilirse Türkiye’nin büyük bir değişimle çağ atlayacağını iddia ediyorlardı.
 
Oysa buna aslında kendileri de inanmıyor, “Sonra köpek gibi pişman olacağımızı biliyoruz ama…” cümleleri kuruyor…
Yine de CHP’lilik inadından vazgeçmiyor, yalana gönüllü taşeronluktan geri durmuyorlardı.
***
Pek çoğu inanmasa bile, yaydıkları şuydu; Kılıçdaroğlu seçilecek, ertesi gün Türkiye mükemmel bir yer olacaktı…
 
İstanbul’da olduğu gibi (!)
 
PKK ve FETÖ’nün olanca desteğini, bu örgütlere verilmiş vaatleri asla görmüyor, görmek istemiyorlardı.
 
Amerika’da, İngiltere’de, Almanya’da yapılan karanlık görüşmelere izahat getirilmemesinin de hiçbir ehemmiyeti yoktu onlar için.
 
Tıpkı ‘terör devleti rahatça kurulsun’ diye Suriye’den ve Irak’tan çekilme, terör operasyonlarına son verme beyanatlarına…
“Akdeniz’de, Ege’de NATO ne isterse onu yapacağız. S-400’leri depoya kaldıracağız” vaatlerine…
 
Türk dünyası, Orta Doğu ve Afrika ile bağların yeniden koparılacağı sinyallerine sustukları gibi…
 
Apaçık ‘ihanet’ sayılabilecek bütün vaatleri, açıklamaları ve Batı’dan yapılan “Son umudumuz Kılıçdaroğlu. O gelirse bölge yeniden bizim istediğimiz gibi şekillenecek” yorumlarını görmezden geliyorlardı.
***
Onlar görmüyordu ama, bu ülkenin binlerce yıllık ‘irfan’ sahibi Anadolu halkı, olan biteni dikkatle takip ediyordu.
Nitekim, 14 ve 28 Mayıs’taki seçimlerde gereğini yaptı.
Ülke o kadar büyük bir badireden döndü ki…
 
Şimdi kendileri de uyanmaya, “İyi ki…” demeye başladılar.
Düne kadar özellikle ‘dış tehlikeyi’ anlattığımızda bizimle alay etmeye kalkışan zevat, koltuktan inmeyeceğini görünce Kılıçdaroğlu’nun dışarıyla bağlantılı bir proje olduğunu, kaç seçim kaybederse kaybetsin koltuğu asla terk etmeyeceğini, bunun sebebinin de hem mezhepsel, hem de dış bağlantıların yürüttüğü proje olduğunu dillendirmeye başladı.
 
Suriye örneğiyle ne çok anlatmıştık oysa!
 
Tabii yıllardır uyarısını yaptığımız ‘CHP’nin ellerinden gittiğini’ de görmeye başladılar ufak ufak.
 
“Demokrasi, sevgi, aşk dili, şudur, budur… Bunların yalan olduğunu görüyoruz. İyi oluyor aslında böyle tanımamız insanları. Böyle mi yönetecektiniz bizi? Ya safmışız ya aptal. Bu yüzünü nasıl görememişiz” diye dövünüyorlar.
 
“Diktatör” diye dil uzattıkları Erdoğan’ın, her seçimi kazanmasına rağmen partiyi nasıl bir değişime ve dönüşüme tabi tuttuğunu anlayıp; asıl diktatoryanın CHP’de kurulduğunu söylemeye başladılar nihayet!
***
O zaman şimdi soralım;
 
Ya aşağıladığınız, hor gördüğünüz, senelerdir hakaret ettiğiniz sessiz çoğunluk, partiyi teslim ettiğiniz için bin pişman olduğunuz kişiye sizin aklınıza uyup ülkeyi teslim etseydi ne olurdu?
 
PKK ve FETÖ, daha kötüsü bunların sahipleriyle bir olup yüzde 47 oy verdirttiğiniz kişi ülkenin Cumhurbaşkanı seçilse, biz bugün nasıl bir Türkiye tablosuyla karşılaşacaktık?
 
Daha da ötesi, o kişiyi seçip, gerçek yüzüyle karşılaştığımızda –arkasındaki uluslararası güce rağmen- ülkeyi elinden nasıl kurtaracaktık?
 
En basit soru; Ukrayna-Rusya savaşında, -itiraf ettiği şekilde- doğrudan Rusya’ya cephe aldığında ne duruma düşecektik, düşünebiliyor musunuz?
 
Bunun daha Suriye’den, Irak’tan çekilmesi ve teröre alan açması var…
 
Akdeniz’den çekilip KKTC ve Libya ile birlikte Mavi Vatan’ın bütün enerji kaynaklarını kurtlara teslim etmesi var…
 
Azerbaycan ve diğer Türk cumhuriyetleri ile köprüleri atıp, Karabağ’ı yeniden Ermenilerin ve Fransızların kucağına atması var.
Başta savunma olmak üzere bütün teknoloji yatırımlarını çöpe atmayı, ‘İstanbul Finans Merkezi’ iddiasından vazgeçip, ekonomiyi yeniden IMF’ye teslim etmeyi, özerklik vaadi gereği ülkemizin fiilen bölünmesini saymıyorum bile.
 
Neyse, bunlar geride kaldı çok şükür.
***
Peki şimdi ne oluyor?
 
Seçim öncesi ülkemizin kan gölüne döneceği imasında bulunan, ancak Anadolu insanının feraseti sebebiyle amacına ulaşamayan Foreign Policy şimdi ne yazmış biliyor musunuz;
 
“Şartları artık Erdoğan belirliyor.
Rusları bir tek Erdoğan durdurabilir.
Erdoğan için ABD değil, Türkiye’nin çıkarları önemli.
Erdoğan, Avrupa’dan üç şey istiyor; Türkiye’nin ‘demokratik olmadığı’ ithamlarına son verilmesi, Avrupa piyasalarına Türk sermayesinin girişi ve Schengen bölgesine Türk vatandaşlarının vizesiz seyahat etmesi.
Avrupa bunları vermeye hazır”.
***
Gelin şimdi bir de ABD Genelkurmay Başkanı Milley’in ne dediğine bakalım.
 
O da isim vermeden Türkiye’yi işaret ediyor ve şunları söylüyor;
 
“Dünya artık tek kutuplu değil.
Bazı bölge ülkelerinin, kendi bölgelerinde oynadığı rolü artırmaya başlaması ve ön plana çıkması durumu daha karmaşık hâle getiriyor.
Üç süper gücün bulunduğu ortam, iki süper güçten çok daha zordur”.
 
Özetle demek istiyor ki; “Türkiye süper güç olacak”.
 
Ve belki başka ülkeler de aynı yola girecek, dolayısıyla dünyada kendi hâkimiyetleri azalacak.
***
ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi James Jeffrey de seçim sonrası Türkiye-ABD ilişkilerinin seyrine ilişkin bir makale yazmış.
 
“Küresel durum o kadar tehlikeli ve Türkiye o kadar önemli ki, Biden yönetimi Cumhurbaşkanı Erdoğan’la doğrudan ilişki kurmak zorunda” diyor.
 
Bunlar, kendi ülkeleri ve konumları açısından duydukları endişeye dair yorumlar.
 
O zaman şimdi tekrar soralım; ya Kılıçdaroğlu kazansaydı!
Bugün, Kılıçdaroğlu’nun koltuktaki inadını, partide kurduğu diktatoryayı görerek “İyi ki…” diyenler, maalesef hâlen bu tehlikeyi görüp de “İyi ki…” demiyor, diyemiyor.
 
Çünkü ya fonlandıkları için bu tarafı görmezden geliyorlar yahut birilerinin dediği gibi ‘aptal’a yatmaya devam ediyorlar.
 
Dileriz bir gün bunları da görür ve ülkemizin-milletimizin menfaatleri için millî çizgide saf tutarlar.
 
Bundan sonrası onların derdi.
***
İyi ki yıllardır dünyayı iyi okuyan ve yön veren, bunu da Türkiye’deki muhalifler dışında bütün dünyanın gördüğü Recep Tayyip Erdoğan seçildi.
 
Nasıl ‘kurt’ bir siyasetçi olduğunu, yeni kabine ve bürokrasideki atamalarda da gösterdi.
 
İcraatlarıyla “küresel bir aktör” olduğunu çokça ispatlayan Erdoğan, yeni A Takımı’na daha çok ABD ve Batı ile problemi olmayan isimleri tercih etti.
 
Belli ki önümüzdeki süreçte ‘endişeleri giderip gerilimi azaltacak ve iş birliğini artıracak’ bir yol izleyecek Türkiye.
 
ABD ile arayı olabildiğince iyi tutarken, ABD’nin hegemonyası altındaki Avrupa ile ilişkilerde yeni bir ivme yakalanacak.
 
Unutmamak lazım ki; Türkiye, gerek konumu, gerekse ekonomik ve siyasi bakımdan Doğu ile Batı arasında bir köprü… Gücünü de en çok buradan alıyor.
 
Sadece Asya, Orta Doğu ve Afrika’nın değil, Batı’nın da bize ihtiyacı var… Bizim de Batı’ya…
 
Bir orta yol bulup, çalışmamız gerekiyor.
 
Tabii, şartlarımıza uyduğu kadarıyla…
 
Muhalefetin vadettiği şekilde, “Ne isterseniz” hazırız teslimiyetçiliğiyle değil yani!
 
Şartlarını Türkiye’nin belirlediği, ‘bölgesel güç’ olmaktan çıkıp, süper güç olma yoluna girdiğimiz Türkiye Yüzyılı başladı.
İyi ki…
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Muammer11 Haziran 2023 12:03

Tesbitleriniz Anadolu irfanı ayarında.