Mikro'nun künyesi 1936 yılında Bursa'da doğdu. 1951'de Bursa Yıldırımspor'da futbola başladı. 1955 yılında Adana Milli Mensuat takımına transfer oldu. İki yıl top koşturduğu bu takımdan, Ordu Milli Takımımız'da oynaması için bir yıl erken olarak askere alındı. Ordu Millilerimiz'in ABD'yi 19-0 gibi farklı bir skorla yendiği maçta, 6 gol atarak futbolunu iyice fark ettirdi. Kısa boyu, sağ açıktaki süratli futbolu ve golcülüğüyle büyük ün yaptı, "Mikro Mustafa" diye anılmaya başladı. Askerliğini tamamladıktan sonra 1957 yılında tutkunu olduğu Fenerbahçe'ye transfer edildi. 7 yıl gibi uzun bir süre Fenerbahçe'de futbol hayatını devam ettirdi. Türk futbolunun unutulmaz futbolcularından olan (Mikro) Mustafa Güven, 1968-69 sezonunda antrenör-futbolcu olarak çalıştığı Malatyaspor'u 3. ligden 2. lige çıkarttı ve başarılarla dolu futbol hayatına bu takımda veda etti. Lakabı minyon fiziğinden dolayı Mikro, yani küçük. Fakat onun doyumsuz futbolunu seyredenleri dinleyince bir dev olduğunu anlıyorsunuz. Şahsen tanışınca kocaman bir yüreğe, sevecen bir kişiliğe sahip olduğunu gördüm. Futbolun ve Fenerbahçe'nin dışında kalmaması imkansız bir ortamda büyümüş. Zira dört erkek kardeşler ve dördü de futbolcu, dahası dördü de hasta Fenerbahçeli... Fenerbahçe'ye ilk geldiğinde kimse şans tanımamış ona. Zira boy desen 1.60, ağırlık desen 51 kilo... Hani yanında birisi hapşırsa uçup gidecek boyutlarda. Hatta futbolun ordinaryüsü Lefter bile görünüşüne aldanmış; "Oğlum senin başka işin yok mu da geldin Fener'e? İlla İstanbul'da top oynamak istiyorsan git Beyoğlu'nda, Vefa'da oyna diye çıkışmış. Mikro Mustafa hemen cevabı yapıştırmış; "Lefter abi, forma şansı bulamasam da seninle aynı takımda bulunmak bana yeter." Zaman Mikro Mustafa'nın ne menem bir futbolcu olduğunu cümle aleme göstermiş. Lefter, erken konuşmakla yaptığı hatayı olgunlukla telafi etmiş ve "Evlat, zamanında sarfettiğim sözlerimi geri aldım" deyip bu defa elinden sıkıca tutmuş. Hem de bir daha hiç bırakmamacasına... İlk olarak çocukluğunuzdan başlamak istiyorum. Aileniz nereli? Çocukluğum Bursa'da geçti. Babam Giresunlu, annem Bursalıydı. Biz 4 erkek kardeştik. Bursa'nın Yeşil mahallesinde oturuyorduk. 16 yaşındayken ciddi olarak futbolla ilgilenmeye başladım. Zaten büyük ağabeyim Bursa'nın en iyi takımı olan Azer İdman Yurdu'nun en iyi futbolcularındandı. Onun küçüğü Şevki ağabeyim İvazpaşa'da oynuyordu. Ben Yıldırımspor'da oynarken kardeşim de Güvenspor'da oynamaya başladı. Aralarımızda 3'er yaş 4'er yaş vardı. İçlerinden sadece benim şansım yaver gitti. En isim yapan futbolcu ben oldum. Bunu biraz da boyumun kısa olmasına bağlıyorum. Sahada çok kıvraktım. Tekniğim de iyiydi. Ağabeylerimin boyları 1.70'in üzerindeydi. Hem Fenerbahçe'nin hem Milli Takım'ın en kısa futbolcusuydunuz. Evet, mikro ismi boyumun kısalığından verilmişti. Kardeşlerinizin hepsinin futbolcu olmasını aileniz nasıl karşıladı? Annem bütün sıkıntılarımızı göğüslemişti. Babamıza bir şey yansıtmazdı. Zira babam çok sert bir adamdı. Kabzımallık yapıyordu. Yani fakir bir aile değildik. Beslenme problemimiz yoktu. Ama zengin bir aile de değildik. Çünkü evimizde her şey bulunurdu ama para bulunmazdı. Şimdiki ayakkabılar o dönemde nerede? Biz normal ayakkabıya hasretken bir de futbol ayakkabısı mı alacaktık? Bütün fedakarlığı rahmetli annem yapardı. Dördümüzün de çorapları top oynarken parçalanırdı. O zaman, araba lastiklerinden ayakkabı yapılıyordu. Biri sağa biri sola değil de ikisi de sağa bakardı. Tabiatıyla biz de onlarla oynayamazdık ayakkabılarımız eskimesin diye... Ama çoraplar parçalanırdı. Düşünün zavallı annem ve top oynayarak her gün çoraplarını parçalayan 4 afacan çocuk... Buna rağmen babanıza şikayetçi olmuyor. Eğer şikayetçi olsaydı hiçbirimiz top oynayamazdık. Bursa'da hem ortaokul öğrencisiydim, hem futbolcuydum. Bazı yerlerden transfer teklifleri gelmeye başladı. 17 yaşındayken Adana Milli Mensuat takımına transfer oldum. O zamanın parasıyla 500 lira maaş verdiklerinde hemen orta 3'ten (8. sınıf) itibaren okulu terk ettim. Adana'ya yerleştim. 17 yaşında olan bir insan için 500 lira aylık o zaman için büyük paraydı. O sene Adana Demirspor'un 30 senelik saltanatına son verdik ve şampiyon olduk. İyice tanınmaya başladım. İki sene orada oynadım. O dönemde Dünya Ordulararası Şampiyonluğu diye bir organizasyon vardı. Türkiye buna çok önem veriyordu. Sırf beni şampiyonaya götürebilmek için bir sene erken askere aldılar. Şampiyonada tahminen 16 maç falan oynadım. Bir maçta en fazla gol atan futbolcu unvanını aldım. ABD'yi 19-0 yendiğimiz maçta 6 tane golüm vardı. Küçük boyunuza rağmen uzun boylu Amerikalılara nasıl gol attınız? O zamanlar ordu milli takımı A milli takımının kopyasıydı. Turgay Şeren, Kadri Aytaç, Ergun Ercins, Hilmi Kiremitçi, Şeref As, Akgün Kaçmaz, Mustafa Ertan (Beton Mustafa), Kartal Yaşar, Coşkun Özarı gibi isimlerden oluşuyordu. Adana'da kampa girdik. Amerikalılar antrenman yaparken seyredelim dedik. Bir baktım tünelden çıkan en kısa futbolcu 1.80-1.90... Ben bunları görünce "Şimdi yandık" dedim. Neyse maça başladık ve ben o gün kaydettiğim 6 golün 2'sini kafayla attım. İnanılmaz bir şey... Önce ben de şaşırdım. Ancak benim sıçrama kabiliyetim çok iyiydi. Mesela kale direği 2 metre 15 santimdir. Ben bunun 15 santim üzerine çıkarak kafa atabiliyordum. Ancak son vuruşta zamanlama çok önemlidir. Biz golleri leblebi gibi sıralıyoruz. Durum 19-0 oldu. Karşı tarafın oyundan düşmesi veya hırçınlaşması gerekir diye düşünüyoruz. Ancak hiçbirinin umurunda değil. Maç bitene kadar futbol oynamak için çırpındılar. Hiçbiri sertleşmedi. Şimdi bir an için böyle bir şeyin bizim başımıza geldiğini düşünün. Kısacık bir adam çalımlar atıyor, kafayla deve gibi adamların üzerinden gol atıyor. Neler olur? Tahmin bile etmek istemem... Evet, küfürler, tekmeler gırla gider. Onlarda bu yoktu. Antrenörleri de kızmıyor. Gayet rahatlar. Ama şimdi Amerika dünya kupalarının abonesi gibi oldu. İşte başarının güzelliği burada. Fenerbahçe'ye geçiş nasıl oldu? Ordu milli takımımız dünya şampiyonu oldu. Ben de en çok gol atan futbolculardan biri olmuştum. O zamanki Fenerbahçe'nin başında Macar Ignace Molnar vardı. Eski futbolculardan Ahmet Erol da menajerdi. Onlara benden bahsedilmiş. Onlar da Ankara'da beni izlemeye geliyorlar. Ankara'da ne işiniz vardı? Ben hâlâ askerim. Ama aynı zamanda Havagücü'nde oynuyorum. Havagücü ile Karagücü futbol takımları her zaman birbirlerine rakiptir. Nasıl Fener-Galatasaray maçında bir Fenerli "Galatasaray'ı yenelim yeter" diyorsa o zamanlarda bunlar birbirlerini öyle görüyordu. Bu iki takımla ve Güneşspor, Gençlerbirliği gibi takımlarla amatör kümede oynuyorduk. O maçları seyreden Molnar ve Ahmet Erol, beni beğendiler ve transfer etmek istediler. Şöyle bir yol takip ettiler. Meğer o zamanki Genelkurmay Başkanımız Fevzi Uçaner Fenerbahçeli'ymiş. Onunla diyalog kurup, anlaşmışlar. Bu arada da Adaletspor Kulübü'nün genel menajeri Fahri Somer de beni yakın markaja almıştı. Her ay muntazaman 50 lira harçlık gönderiyordu. Ama ben hiçbir zaman Adalet'e söz vermedim. Neyse, 10 bin lira karşılığı benim transferim yapıldı ve İstanbul'a getirildim. Bu arada da Adalet Kulübü Fahri Somer 30 bin lira teklif etmesin mi? İki fiyat arasında dağlar kadar fark var. Ancak ben ve kardeşlerim kendimizi bildik bileli Fenerbahçeli'ydik. Bir de şu var; karakter olarak bir şeyi yapacaksam en iyisini yapmaya çalışan birisiyim. Düşündüm taşındım, Fenerbahçelilik için fedakârlıkta bulunmam gerekir. Boğulacaksan büyük denizde boğul diye Adalet'in 30 bin liralık teklifini reddettim. Fenerbahçe kamplarına katılmaya başladım. O dönemde Moda'da mütevazi oteller vardı. Bunlardan birinde kamptayız. Baktım Lefter bana bakıyor. Ben o güne kadar kendisini sadece resimlerde görmüştüm. Lefter ağabey efsane olmuş bir adam. Üstelik dobra konuşan birisi... Benimle tanıştırdıklarında, "Mikro Mustafa, sana samimi olarak bir şey söylemek istiyorum. Sen niye Fenerbahçe'ye geldin ki?" dedi. Şaşırmıştım. "Git Beyoğluspor'a, Beykoz'a, Vefa'ya... Sen burada oynayamazsın" dedi. Ben de "Lefter ağabey, siz efsane olmuş bir insansınız. Oynamasam da sizinle beraber olmak benim için şereftir" dedim. Hiç umursamadı. "Benim olduğum müddetçe sen oynayamazsın" dedi. O zamanlar Lefter Fenerbahçe'nin her şeyi, ağzından çıkan kanun sayılıyor. Kaleci Şükrü de yangına körükle gider gibi ağır konuştu; "Sen Fener formasını giyersen ben de şöyle böyle olayım" gibilerinden... Moraliniz sıfıra indi tabii... Hayır, aksine, moralim bozulmadığı gibi iyice hırslandım. İlk çıktığım maç Beşiktaş-Fenerbahçe özel maçıydı. 3-1 kazandığımız bu maçta durumu 2-1 lehimize getiren golü ben atmıştım. İnanır mısın beni bir tek Basri ağabey tebrik etmişti. Diğerleri ise sanki suç işlemişim gibi yüzüme bakıyorlardı. Hiç unutmam ertesi günü Milliyet Gazetesi'nin spor müdürü Namık Sevik, "Mikro Mustafa ne Rus'tur, ne Yunan, öz be öz Türk çocuğudur. Ama onu kırdınız. Golü atıktan sonra, serçenin küçücük yüreğini hırpaladınız. Basri'den başka hiç biriniz tebrik etmedi" diye ağır bir yazı yazmıştı. Ben böyle 5-6 maç oynadım. Gol attım, goller attırdım. Bir gün Lefter yanıma gelerek; "Arkadaş ben lafımı geri alıyorum. Sen her maçta oynarsın, her takımda oynarsın" diye taltif etti. Sonra beni evine davet etti. Meğer ilk defa birisini evine davet ediyormuş. Sağ olsun balık hazırlatmış afiyetle yemiştik. Fenerbahçe'de kaç yıl geçirdiniz? Aşağı yukarı 7 yılım Fener'de geçti. Dört şampiyonluk yaşadım. Para kazanamadım. Bu yaşa kadar geldim, Allah'a çok şükür hâlâ kirada oturuyorum. Ancak nereye gitsem, Mikro Mustafa dediğim zaman beni tanıyan çıkıyor. Bu yetiyor bana... Şunu söylemek istiyorum. Bazı arkadaşlarımız maalesef şöhretin sabun köpüğü gibi olduğunu bilemediler. Alkol veya kumarla hayatlarını kararttılar. Meyhane, pavyon gibi yerleri ömrümde görmedim. Çünkü bir Fenerbahçeli olarak kapılarının önünden geçmeyi bile onur kırıcı olarak görürdüm. Sizi hiç kimse Mustafa Güven olarak tanımıyor. Mikro Mustafa olarak tanıyor. Bunun mazisi nedir? Galiba 1953 yılıydı. Bursa'da kurulan bir karma takımla Yunanistan'a gittik. O zamanlar Yunanistan'dan da bize takımlar gelirdi. Ben de ortaokul öğrencisiyim. Atina'da maça çıktık. O günkü santrfor hastalanınca yedekte olan beni sahaya sürdüler. Hakem elimdeki topu aldı ve benim sahayı terketmemi istedi. Meğerse beni takımın maskotu zannetmiş. O gün rakibimizi 6-2 yenmiştik. Ben de 3 tane gol atmıştım. Maç bitti. Yunanlı seyirciler beni yakalayıp hem havalara fırlatıyorlar, hem de "Zito Mikro, Zito Mikro" diye bağrışıyorlardı. Ödüm patlamıştı. Heriflere üç gol attım diye bir şey yapacaklar diye korkmuştum. Meğerse beni o kadar sevimli bulmuşlar ki, "Yaşa küçük, yaşa küçük" diye bağırıyorlarmış. Bu olaydan sonra lakabım Mikro Mustafa olarak kaldı. Çoğu arkadaşlarım beni Mustafa Güven olarak bilmezler. Allah vergisi bir kabiliyetiniz olduğu muhakkak. Ancak bunu geliştirmek için neler yaptınız? Benim zamanımda futbol topu belli bir ağırlıktaydı. Sırımlıydı. Yağmuru, çamuru, karı yer, 1-1,5 kilo olurdu. Şimdikiler 450 gram. Kafa attığımızda beynimiz zonklardı. Benim futbol tekniğim çok iyiydi. Hızlıydım. Fenerbahçe'nin belki en hızlı koşanı bendim. Eskiden defans oyuncuları iri kıyım olurdu. Kanat adamları ise daha ufak tefekti. Beyoğluspor'un 2 metre boyundaki elemanı Eker Biçer'in kafasından top alıp gol atmıştım. Vücut yapım seri hareket yapmaya çok müsaitti. Ben kanat oyuncusuydum. O dönemde futbol genelde 5 forvetle oynanırdı. Yine o zamanki sisteme göre kanat adamları gol hazırlar, santrfor gol atardı. Mesela Galatasaraylı Metin Oktay 38 gol attığı zaman Fenerli Şeref Has 36 tane gol atmıştı. Bunların çoğunda ortayı ben yapmıştım. Hiç sakatlanma tehlikesi geçirdiniz mi? Hem de kaç kere... Ben her maçta 1-1,5 kilo verirdim. Çünkü sürekli hareket halindeydim. Bu fiziğime rağmen bütün mücadelelerin içinde olurdum. Benim bütün parmaklarım kırıktır. Yanlış kaynamıştır. Ayaklarımda ameliyat izleri hâlâ görülebilir. Daha önemlisi beyin sarsıntısı geçirdim. Amerikan Hastanesi'nde bir hafta müşahede altında tuttular. Annem başucumdan hiç ayrılmamıştı. Sizi hayata bağlayan sadece anneniz miydi? Annelerin yeri her zaman ayrıcalıklıdır. Ancak ben bir an önce iyileşip sarı-lacivertli formayı sırtıma geçirmek istiyordum. Dünyaya tekrar gelmek mümkün olsaydı yine Fenerbahçeli olurdum. Bana göre Fenerbahçeli olmak ayrıcalıktır. Bugünkü taraftarların her sene şampiyonluk istemesinin sebebi aslında bizleriz. Zira seyirciyi 2 senede bir şampiyon olmaya biz alıştırdık. Süre aşarsa Fenerbahçe kazanı kaynamaya başlıyor. Sizdeki kabiliyeti ilk keşfeden kim oldu? Bir insanın futbolcu olup olamayacağı 12-14 yaşlarında belli olur. Bursa'da Işıklar Askeri Lisesi vardı. Biz oraya top oynamaya giderdik. Buranın öğrencileri benimle oynamak isterlerdi. Sen ileride bir Lefter olabilirsin diye överlerdi. Ağabeylerim de maç yaparken bir tek beni aralarına alırlardı. Demek ki bende bir şeyler sezinlemişler. Hem çabuk, hem çok iyi çalım atardım. Çalımı yiyen peşime düşse de yakalayamazdı. İdeal bir çizgi adamıymışsınız. Evet sağ açıkta sürekli ben olurdum. Çizgi adamının çok seri olması gerekir. Üzerine gelenleri oyundan düşürmesi gerekir. Çünkü kanat adamı hücuma dönük oynadığında rakip oyuncuları ekarte edemezse iyi bir hücum elemanı değildir. Siz böyle anlatınca aklıma Emre Belözoğlu geldi. Onun tarzı nasıl? İsabet ettiniz. Emre benim izlerken zevk aldığım ve kendime benzettiği bir futbolcudur. Ancak ufak tefek olmasına rağmen benden ağır. Topu alması, çalım atması, oyuna sokması, kıvraklığı bana benziyor. Buna bir de Rıdvan'ın çabukluğunu ekleyin. Bunun yanı sıra çok iyi sıçrardım. Ayrıca her iki ayağımı da kullanabilirdim. Kaç gol attınız? Liglerde Fenerbahçe'ye 68 gol kazandırdım. Genele baktığımda 500'ü çoktan aştım. Bursa'da, Adana Milli Mensuat'ta gol kralı oldum. Ordu Milli Takımı'nda da 2 kere gol kralı oldum. Ben Fenerbahçe'de attığımın yanında, attırdıklarımın sayısını hatırlamıyorum bile. Çünkü benim görevim golcü adama pas vermekti. Anons beni ağlattı Fener altyapısının transferi için Anadolu'yu tarıyorum. Beraberimde Puşkaş Ergun ile İsmail Kurt oluyor. 14-16 yaşlarında futbola kabiliyeti olan çocukları tespit ediyoruz. Bizim rapor verdiğimiz kişi transfer olur. Hiç unutmam Salihli'ye gittiğimizde 3. lig maçlarından birini izliyorum. Gözüme kestirdiğim bir iki oyuncuyu seyrediyorum. Devre arasında şöyle bir anons duydum; "Fenerbahçe'nin efsane futbolcularından Mikro Mustafa transfer için gelmiştir. Şu an aramızdadır. Kendisine hoş geldin diyoruz." Müthiş bir alkış sağanağı koptu. Gözlerimden yaşlar akmaya başladı. Zira bu seyircilerin çoğu daha hayatta yokken ben top oynuyordum. Ben bunu Fenerbahçeliliğin ve belli bir iz bırakmanın sonucu olarak görüyorum. Bu o kadar güzel ki, ben o anda trilyon para kazansam bu mutluluğu yaşayamam. Ramazan ayları dışında her Çarşamba minyatür sahada maç oynuyoruz. Hem de kıran kırana... Benim dışımdakilerin hepsi genç. Ben en yaşlılarıyım. Allah'a şükrediyorum. Sıhhatim sağlığım yerinde ya, varsın para olmasın. Halit Kıvanç ihtar aldı Hatta Halit Kıvanç benim yüzümden TRT yönetiminden ihtar almıştır. F.Bahçe maçını radyodan naklederken benden hep Mikro Mustafa diye bahsetmiş. Meğer radyoda yabancı kelimelerin kullanılması yasakmış. "Küçük Mustafa" demesi lazımmış. Diyor ki; "Ben senin hızlı oyununa o kadar dalmıştım ki Küçük Mustafa demeyi unuttum, Mikro Mustafa demeye başladım. Ertesi günü bir baktım ihtar geldi."