Fener'i tutuyordum vazgeçtim

A -
A +

"Spor spikerliğinde ya ekol olacaksın, yada bu işi hiç yapmayacaksın." Yıllarını bu mesleğe vermiş İlker Yasin bizim aracılığımızla, bu mesleği yapmak isteyen gençlere kati ve kesin bir mesaj yolluyor. Spor spikerliğine merakı, ta ötelerden çocukluk yıllarından geliyor. "Radyoda Sulhi Garan'dan, Halit Kıvanç'dan maç dinlediğimde, bunun benim ne kadar hoşuma gittiğini anladım" diyor. Yasin, bir yandan İşletme okumuş, bir yandan lisan öğrenmek için yurt dışına çıkmış ve belki de meslek yaşamında yer yer çok işine yarayacak, Son Havadis'te gazeteciliğe ilk adımını atmış. İlker Yasin "Artık mesleğimde son demlerimi yaşıyorum" dese de, hali hazırda spor spikerliği yapan ve yapmaya çalışan gençlere bu mesleği nasıl emanet edeceğini kara kara düşünmeden de edememekte... * Spor spikeri olmak isteyen bir kişi kendinde ne bulmalı da, bu işi meslek olarak seçmeli? Öncelikle spora karşı inanılmaz bir sevgisi olmalı. Öte yandan bu işi doğuştan yapabilecek melekelere sahip yapısının bulunması da önemli. Benim çocukluğumdan beri futbola karşı büyük bir ilgim vardı. Bir şeye ilgi duymazsan, onu hiçbir şekilde layıkıyla ifade edemezsin. Ufak yaşta dünyadaki bütün takımları bilir ve takip ederdim. Edindiğim bilgilerle kendi kendime irticalen çeşitli takımlara hayali maçlar yaptırırdım. İlginin ve sevginin yanı sıra spor spikerliği yapacak kişinin çok düzgün Türkçe kullanması, konuşmasında kesinlikle diyalekt olmaması, dikkatli, gözü, beyni ve dili arasındaki uyumun çok süratli olması gerekir. * "Ağlamak istiyorum" cümlesini Türk futbol literatürüne kazandıran kişisiniz. Bu sözü sarf ettiğiniz maçta gerçekten ağladınız mı? Ben ilk olarak maç anlatımlarında "ve gol" terimini kazandırdım. "Ağlamak istiyorum" lafı, Galatasaray-Monaco maçında söylediğim bir cümleydi. Aslında ağlamak istediğim şey, Galatasaray'ın tur atlaması ya da Monaco'nun elenmesi değildi. O maçta Köln'ün Müngersdorfer Stadı'nda 67 bin Türk vardı. Kentin her tarafı sarı-kırmızı bayraklarla donatılmıştı. Bütün evlerden Türk ve Galatasaray bayrakları sarkıtılmıştı. Ve o gün Köln kenti, İstanbul'dan daha fazla bir Türk kentiydi. Karşılaşmada Prekazi Galatasaray'ı 1-0 öne geçirdi. Ardından şu anda Milan'da oynayan ünlü futbolcu Veah durumu 1-1 yaptı. Maçın son 15 dakikasında Monaco Galatasaray kalesi üzerinde müthiş bir baskı uyguladı. Eğer Monaco bir gol daha atsaydı, Galatasaray elenecekti. Ben Galatasaray'ın elenmesiyle biten bu maçın sonunda o Köln kentinin, o stadın, o caddelerin yıkılacağından emindim. Orada büyük umutlarla zafer bekleyen gurbetçilerimiz için elenmek, hem maddi hem de manevi anlamda büyük bir tahribata sebeb olabilirdi. Nitekim kazandığımızda bile bunları gördük. Arabalar yakıldı. Olaylar çıktı... "Ağlamak istiyorum" lafını Galatasaray'ın tur atlaması kadar, yurt dışında Türk imajının olumsuz noktalara götürecek olaylar meydana gelmediğine sevindiğim için sarfettim. * Şu anda hatırlayabildiğiniz bir hata ya da gafı anlatsanız... 80'li yıllarda Akın Göksu ile bir milli maç anlatıyoruz. Karşılaşma bitti. Artık yayını kapatacağız. Veda anonsunu ben yaptım ve dedim ki, "Ben Akın Göksu ve arkadaşım İlker Yasin sizlere mutlu günler diliyoruz." Artık neden böyle söylediysem bilmiyorum, veda anonsunda Akın Göksu İlker Yasin, İlker Yasin Akın Göksu olarak yer değiştirdi. Yaptığım bu gaf, hatırladıkça beni gülümseten bir olaydır. * Hangi takımı tutuyorsunuz? Taraftarı olduğum bir takım yok. Aslına bakarsanız çocukluğumda sempati duyduğum, tuttuğum bir takım vardı. Fenerbahçe... TRT'de çalıştığım yıllarda başıma gelen, hoş olmayan bir olaydan sonra o takıma olan sempatimi de kaybettim. Bir gün tuttuğum takımın yöneticileri, maç anlatımımı beğenmemişler. Gidip kurumun üst makamlarına beni öyle bir şikayet etmişler ki... Neymiş, onlara göre maç anlatmamışım. Halbuki ben maçta ne görürsem onu anlatırım. "Kırmızı kartı haklı olarak gördü" diyorum. Beni "Bu adam Fenerbahçe düşmanı" diye ilan ediyorlar. Bu meslekte zaten temel kural tarafsız olmaktır. Ben de şu anda herhangi bir takımın taraftarı değilim. * Dünya Kupası'nın müdavimlerindensiniz... 6 Dünya Kupası'nı ve 7 Avrupa Futbol Şampiyonası'nı yerinde izledim. * 2002'deki turnuvada üçüncülüğümüz söz konusu. Peki 2006 Dünya Kupası finallerinde sizce Türk Milli takımı neler yapabilir? Öncelikle 2002'deki karşılaşmalarda şansın büyük oranda Milli Takımımız'dan yana olduğu inancımı ifade etmek isterim. Milli Takımımız uluslararası üne sahip Avrupalı bir takımla oynamadan turnuvada üçüncülüğü aldı. Ben oradaki Türk futbolundaki başarıyı yüksek oranda şansa bağlıyorum, çıkışa değil. Zaten Avrupa'da çöken, düşüşte olan bir futbol var. Rakiplerimiz de şansımıza zayıf takımlardı. Bir Makedonya, bir Moldova, bir Azerbaycan hayli sıradan takımlar... Dünya Kupası finallerine katıldık. Karşımıza kim çıktı? Çin, Japonya gibi futbolu yeni yeni öğrenen ülkeler... Senegali de fazlasıyla abarttık. Hep şansa gittik. Yenilmemiz gerekenlere yenildik, yenmemiz gerekenleri yendik. 2006'ya gelince... Türkiye'nin eleme maçlarında göstereceği performans, millilerimizin finallerde neler yapabileceği konusunda bize ip uçları verecektir. Şenol Güneş'in takımında yapılacak revizyonla, 2006'da Türk Milli Takımı'nın başarılı olabileceği inancındayım. Buna inanmak lazım. Artık 35 yaş üstü futbolcuların takımdan çıkartılıp, yeni nesli devreye sokma zamanıdır. Ersun Yanal'ın da bunları düşünüp değerlendireceği kanaatindeyim. Yanal'ın Gençlerbirliği'ndeki yarışmacı antrenör özelliğine, organize edici yönünü eklemesi lazım. Belçika maçında futbolcularımızı çok hırslı gördüm. Uzakdoğu'da yapacağımız karşılaşmalar neticesinde, millilerle ilgili daha iyi bir değerlendirme şansına sahip olabileceğimizi düşünüyorum.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.