Mesleğinizle ilgili başınıza gelen ilginç bir olay... Torino'da, Real Madrid-Juventus maçını anlatacağım. Üniversiteden uzun süredir görüşmediğim bir arkadaşım vardı. Onu görmeye Milano'ya gittim. Milano ile Torino arası bir buçuk saatlik bir mesafe. Maç Torino'da 20:45'de başlayacaktı. Arkadaşım "Benim de Torino'ya gitmem gerekiyor. İşlerimi halledeyim saat dörtte seni alırım, birlikte gideriz" dedi. Arkadaşım geç kaldı ve saat beşte geldi. Neyse yine de vaktimiz var. Araba kiralamaya gittik, ama kiralanacak araba yok. Saat altıda küçük motorlu ufak bir araba bulduk ve yola çıktık. Fakat benim maça yetişmem imkansız gibi görünüyor. Tam gaz yollara düştüm. Yolu yarılayıp, Torino'da maçta bulunan İtalyan basınından arkadaşlara telefon ettim. İşte "Ben Novaro'dayım. Acaba yetişebilir miyim?" diye. Bana "Mümkün değil" dediler. Trafik de bir yoğun... Torino girişindeki gişelere geldik. Gişenin önünde 250 arabalık bir kuyruk var. Ortalama her araba on saniyede geçse, dünya kadar zaman kaybı olacak. Maça zaten az bir süre kaldı. Baktım olmayacak. Türk usulü aradan dereden, stada yaklaşınca kaldırımdan giderek, insanları yara yara inanılmaz bir şekilde stada geldim. Arabayı stadın önüne rastgele, kilitlenmemiş olarak bıraktım. İçeri girip oturmamla birlikte, hakem düdüğü çaldı ve maç başladı. Açık sözlü, dobra ve cesur. Saydığımız bu nitelikler genç yaşına karşın, spor spikerliğinde hayli yol kat etmiş Güntekin Onay'a ait. Öyle ki, cevapları acaba mı bile dedirtmiyor insana... Bu denli açık ve net oluşu kendine olan güvenin en güçlü işaretleri. "O zamanlar aklım bir karış havadaydı" şeklindeki ifadesini, üniversiteye gitmeye pek de meraklı olmadığı dönemler için kullanıyor. Fakat annesinin ısrarı, onun Boğaziçi Üniversitesinde Turizm eğitimi almasını sağlamış. Genç spor spikerinin bu mesleğe başlaması ne bir tesadüf, ne de içinde büyüttüğü inanılmaz bir arzu. Türkiye'de bir çok takımın teknik direktörlüğünü yapmış Gündüz Tekin Onay'ın oğlu olmasını ve çocukluğunun stadlarda, soyunma odası koridorlarında geçtiğini göz önüne aldığımızda, Güntekin Onay'ın futbolla ilgili bir meslekle uğraşması gayet doğal görünüyor. * Baba mesleğinden dolayı futbolla içi içe büyümüşsün. Futbolcu olmayı hiç düşünmedin mi? Düşünmesine düşündüm fakat annem pek rıza göstermedi. Şunu da söylemek lazım ki bir dönem futbol oynadım, fakat ben pek üstüne düşmedim. * Peki spor spikerliğine nasıl başladın? Anneden bir tepki geldi mi? Hayır, tam tersine bu mesleğe başlamama onlar vesile oldu. Okulu, ardından da stajımı bitirdim. Sonrası için yurt dışına çıkarım planları yapıyordum. Böyle bir iş yapmak aklımdan bile geçmiyordu. O zamanlar özel televizyonlar yeni yeni açılmıştı. 1992 yılında da Kanal 6 televizyonu kuruldu. Şansal Büyüka ve ekibi de orada başladılar. Bir toplantıda Şansal Büyüka ailemle karşılaşmış ve genç, sporla ilgilenen, spor kültürü olan, bu işte koşturabilecek, yabancı dil bilen bir insan aradığını söylemiş. Ailem konuyu bana iletti. Ben de neden olmasın diye düşündüm. Hatta hiç unutmam, görüşmeye gideceğim gün Beşiktaş'ın bir maçı vardı. Maça geç kalırım korkusundan görüşmeye gitmemeyi dahi düşündüm. Neyse ki saatler çakışmadı. Şansal ağabeyle görüştüm ve ekibe kabul edildim. * Kim yetiştirdi seni? Aslına bakarsanız bu mesleğe ben mutfağından başladım. Önceleri dış haberlerde işe ısındım. Ardından muhabirlik geldi. O dönem Doğan Yıldız ve Öztürk Pekin ile beraber çalışıyorduk. Kendilerinin spiker olmam konusunda telkin ve tavsiyeleri oldu. Şansal Büyüka da bu fikri destekledi. Doğan Yıldız'dan ve Cüneyt Türel'den diksiyon eğitimi aldım. Sabahları Can Okanar'ın sunduğu bir program vardı. Orada spor haberleri okuyarak ekran karşısına geçtim. Bir Kocaeli-Beşiktaş karşılaşmasını Öztürk Pekin'le birlikte anlatmak üzere İzmit'e gitmiştik. Öztürk Pekin, "Bundan sonraki yıllarda ismini ve sesini sıkça duyacağınız genç bir arkadaşıma mikrofonu bırakıyorum" diyerek yayını bana teslim etti. Bu canlı yayında anlattığım ilk maçtı. Yurt dışında anlattığım ilk maçım ise Dortmund- İnter karşılaşmasıydı. Hiç unutmam havanın çok soğuk olmasından dolayı çenem tutulmuştu. * Bu meslekte beğendiğin isimler var mı? Çocukken İlker Yasin'i ve Doğan Yıldız'ı çok beğenirdim. Halit ağabeyin maç anlatımlarını da hayal meyal hatırlıyorum. Ancak bu günden bir isim vermem doğru olmaz. Açıkçası Türkiye'de anlatım tarzı da değişti. Bu da bana çekici gelmiyor. Geçmişle kıyasladığınızda her alanda olduğu gibi, bu meslek de ticarileşti. Sanki anlatım şekli değişti. Kendimizi tarz ve üslubumuzla insanlara kabul ettirmemiz gerekirken, aksine taraftarın istediği yönde olaylar tezahür etmeye başladı. Bu arada hatasız, yanlış bilgi verilmeden, eyyamcılığa varmayan maç anlatımını zevkle ve beğenerek dinliyorum. * Canlı yayında işinizi yapıyorsunuz. İnsanlık hali bir gaf veya hata yapmak mümkün. Varsa eğlenceli bir tanesini alalım mı? Beşiktaş'ın Dinamo Bükreş'le yapacağı özel bir maçı anlatacaktım. Açıkçası maça pek iyi hazırlanmamıştım. Sadece Dinamo Bükreş'in ligdeki durumuna şöyle bir göz atmıştım. Maç başladı. Dinamo Bükreşli bir futbolcu, sağ taraftan bir atak geliştirdi. Kamera futbolcuya yakın plan girdi. Futbolcunun arkasında Lukovil ve 15 numara yazıyordu. Ben futbolcuyu "15 numaralı Lukovil" diye anons ettim. Bir başka pozisyonda, kel kafalı bir başka Dinamo Bükreşli futbolcu kafa topuna çıktı. Bir baktım onun arkasında da Lukovil yazıyor. O an anladım ki Lukovil, Dinamo Bükreş'in sponsoru. Bozuntuya vermedim. Fakat anlayan anladı. Ne yalan söyleyeyim, bir kişinin anlaması bile benim için utanç vericiydi. * Telegol uzun süredir devam ediyor. Bu program zaman zaman seni zorlayıp, yoruyor mu? Öncelikle Telegol çok keyifli ve doğal bir program. Ara sıra zor anları oluyor. Çünkü fikirler tartışılıyor. Hiçbir programda konuşulmayan konular Telegol'de konuşuluyor. Tabii ki Ahmet Çakar'ın olması da Telegol'e ivme kazandırıyor. * Herhalde seni en çok zorlayan Ahmet Çakar'la Lucescu'nun tartışmasıydı. Hatta bu olayın ertesinde, "Güntekin İtalyanca bilmiyor" gibisinden bir gündem bile oluşturulmuştu... Öncelikle benim işim o programda tercüme yapmak değil ki.. Birisi "Bana masal anlatmasın, bana hikaye anlatmasın" diyor. Ben diğerine "Afedersiniz, beyefendiye masal anlatmayacakmışsınız" deyip tercüme mi yapacağım? Hakaret ve kavga içerikli sözlerin neyini tercüme edeyim. Bu hem bana, hem televizyonculuğa yakışmaz. Zaten bir daha böyle bir şey yapmayacağımı da söyledim. Bir de Ahmet Çakar konuşmalarıyla ortama hakim olmayı sever. Ben istediği tercümeyi yapmadım ve olayda baskın olamadı ya, işte bu sebeble bana öfkelendi. * Beşiktaşlısın... Evet. Benim Beşiktaş sevgim aileden gelir. Ancak izleyenlere saygıdan dolayı ve onların tuttukları takımlara olan gönül bağlarına saygımdan dolayı, daima objektif olmaya çalışıyorum. Ben mikrofon başında abartıdan uzak, eyyamcılık yapmadan maçı anlatmaya çalışırım. Penaltı olmayan pozisyona penaltı, faul olmayan pozisyona faul diye çıkamam izleyicinin karşısına. Kısacası ne gördüysem ona dair sözler çıkar ağzımdan. Bu benim prensibim. * Beşiktaş'ta yaşanan son durumu değerlendirir misin? Beşiktaş büyük bir avantajı kaçırdı. Ligde 8 puan öndeyken, 8 puan geriye düştü. Bence şu andaki durumda panik yapılmamalı. Eğer Serdar Bilgili geri dönerse -ki, Bilgili akılcı yollardan problemleri çözmeyi tercih eder- yönetimde yapacağı değişiklikle, teknik direktör değişikliğiyle kısa zamanda bu krizi çözer. Ayrıca bence kriz yönetimleri iyidir ve iyi sonuçlar verir. * Yarına dönük planların nedir? Spor spikerliğini çok seviyorum. Fakat içimden bir his ileriki yıllarda bu işi yapmayacağımı söylüyor. Aslında bu his beni rahatsız etmiyor değil. Ayrıca ben Türkiye'deki futbolu da sevmiyorum. Her sene aynı tablo. Sezona başlarken üç takımdan birisi şampiyon olacak. Üç takımdan biri şampiyonluğa erken veda edecek. Sıkıldım ve soğudum. Ben diğer takımların da şampiyonluk yarışında olmalarının daha doğru olacağı inancındayım. Mücadelelerin daha katıksız, daha saf ve daha keyifli yaşanacağı bir lig istiyorum. Bükreş'in yıldızı Lukovil Beşiktaş'ın Dinamo Bükreş'le yapacağı özel bir maçı anlatacaktım. Açıkçası maça pek iyi hazırlanmamıştım. Bükreşli bir futbolcu, sağ taraftan bir atak geliştirdi. Kamera futbolcuya yakın plan girdi. Futbolcunun arkasında Lukovil ve 15 numara yazıyordu. Ben futbolcuyu "15 numaralı Lukovil" diye anons ettim. Bir başka pozisyonda, kel kafalı bir başka Dinamo Bükreşli futbolcu kafa topuna çıktı. Bir baktım onun arkasında da Lukovil yazıyor. O an anladım ki Lukovil, Dinamo Bükreş'in sponsoru. Bozuntuya vermedim. Fakat anlayan anladı. Ne yalan söyleyeyim, bir kişinin anlaması bile benim için utanç vericiydi.