O bir kaleci Tansu Polatkan'ın profesyonel bir futbolcu olduğunu biliyor muydunuz? Bu soruya benim gibi "hayır" cevabı verenlerin çoğunlukta olduğunu tahmin edebiliyorum. Onu diğer meslektaşlarından ayıran en önemli özelliklerden biri, futbolu anlatmaya başlamadan önce, 10 yıl boyunca 4 yıl amatör, 6 yıl da profesyonel olarak futbol oynayıp, yeşil sahaların havasını birebir teneffüs etmiş olması... Eee bir insan bir işin bu kadar içinden gelmişse, meslek hayatının başarılı ve uzun soluklu olmasını da yadırgamamak gerek. Onun diğer bir özelliğiyse, bu mesleğe kazandırdığı spor spikeri sayısının hayli fazla olması. Tansu Polatkan kendisinden eğitim almasa bile, kimisinin ilk maç anlatımlarındaki adrenalini dizginleyip, salim ortam sağlayan ve yardımcı olan ağabeyi. Anlayacağınız Tansu Polatkan tedrisatından geçenlerin sayısı hiç de az değil... * Profesyonel futbol oynuyordunuz fakat, spor spikeri oldunuz. Kimin ya da neyin etkisi oldu da bu mesleğe başladınız? Aslında bunun küçük ve hoş bir öyküsü var. Ben Ankaraída Yıldırm Beyazıd Lisesi'nde okudum. Futbol oynamaya da o zamanlarda başlamıştım. Bu arada lisemizin futbol takımı hem Ankara, hem de Türkiye şampiyonluğu kazanmıştı. Bir gün okulumuzun müdürü lisenin futbol takımını odasına çağırttı. Meğer başarılı olduğumuz için radyodan bir görevli bizlerle röportaj yapmak istiyormuş. Müdür beyin odasına gittiğimizde gördük ki, radyodan gelen görevli kişi Mustafa Yolaşan. 60'lı yıllarda, yani lise yıllarında arkadaşlarla Kızılay'da dolaşırken son derece zarif, kibar, şık birisini görürdüm. Fakat kim olduğunu bilmezdim. Meğerse o kişi, müdür beyin odasında tanıştırıldığımız Mustafa Yolaşan'mış. Kendisi futbol takımımızdaki herkesle röportaj yaptı. Benimle yaptığı söyleşiyi dinlerken 'Senin sesin bu iş için çok müsait. Radyodaki bir arkadaşımızın sesine de benziyor' dedi. İşte Mustafa Yolaşan bende böyle bir ışık yaktı. Bu olaydan sonra mütemadiyen TRT'nin sınavlarını takip etmeye başladım. 1972'de sınava girdim. Bir yıllık eğitimden sonra önce radyoda futbol maçları anlatmaya, spor bültenleri okumaya başladım. Sonrasında radyoda yaptıklarımı televizyonda devam ettirdim. * Şu anda tarz olarak birbirinden farklı bir çok spor spikeri var. Kimisi daha hararetli, çığırtkan, kimisi daha yalın ve sade anlatıma sahip. Maç dinlerken siz hangisini tercih edersiniz? Size samimi bir itirafta bulunayım. Ben son zamanlarda maçları sesiz dinlemeye başladım. Çünkü spiker arkadaşlarımın söyledikleri benim bildiklerimden ne farklı, ne de daha fazla. Dolayısıyla kulağımda hoş bir müzikle maçı seyretmek bana daha keyifli geliyor. Kuralları biliyorum. Gol olup olmadığını görüyorum. Ayrıca mesleğe başladığım ve halen çalışmakta olduğum kurumda, daha az konuşarak seyircinin kulağına hitap etme tarzı benimsenmiştir. Ustalarımız, hocalarımız bize bunu böyle öğrettiler. Özellikle hocalarımızdan Halit Kıvanç, bunu şiddetli tavsiye ederdi. Derdi ki 'Televizyonda kulağa, radyoda göze hitap edeceksiniz.' Radyoda maçı öyle bir anlatmalısınız ki, dinleyici maçı görüyormuş gibi yaşasın. Televizyonda zaten her şey ortada ve laf kalabalığının hiç lüzumu yok. O görülenin dışında kulağa hitap edecek, kayda değer bir şeyler söylemeniz gerekir. Televizyon anlatımı böyle olmalı. Fakat bugün özel televizyonlarda bunu görmüyoruz. Belki patronlarının arzusundan, belki de spikerlerin ortamı daha rahat bulmalarından kaynaklanıyor bu. Hemen belirtmeliyim ki, aslında Türkiye'de arkadaşlarımızın bağırdığı çağırdığı gibi o tempoda, o tarzda bir futbol da zaten oynanmıyor. * Spikerlik yaptığınız ilk maçı hatırlıyor musunuz? Benim anlattığım ilk maç Ankara'da oynanan PTT-Galatasaray karşılaşmasıydı. Profesyonel olduğum futbolculuk dönemlerinde PTT'de oynamıştım. Bu yönüyle ilk anlattığım bu maç, benim için hayli ilginç bir tesadüf olmuştu. Hiç unutmam çok heyecanlı bir gündü. Yayına rahmetli Aydın Köker ustamla beraber girmiştim. Ara ara yayını bana veriyordu. Bir ara hiç farkında değilim, maçı anlatırken ben susmuşum. Kendimi o an seyirci gibi hissettim. Aydın ağabey uyardı ve ben kendime gelip, tekrar maçı anlatmaya devam ettim. * Çalıştığınız kurumdan dolayı Türkçenize ve kurduğunuz cümlelere çok dikkat etmeniz gerekiyor. İnsanlık hali yine de mutlaka yaptığınız bir gaf ya da hata olmuştur. Bir tanesini alsak... Yıllar öce bir maç seslendirmesi yapmıştım. Maç bant kayıttı. O zamanki spor müdürümüz Çetin Çeki, 'Tansu seslendirdiğin bantı bir dinlesene' dedi. Bir problem vardı ama neydi? Bantı dinledim ve yanlışımı fark ettim. Seslendirmeye inmeden önce arkadaşlarla dönemin Gençlik ve Spor Genel Müdürü Talat Asal'dan bahsetmiştik. Sohbet sonrası seslendirdiğim banttaki maçın hakeminin adı ise Atilla Asal'dı. Meğer benim aklım, hiç farkında değilim ama galiba sohbette kalmış. Maç anlatımım boyunca hakem Atilla Asal'dan, Talat Asal diye bahsetmişim. Çok şükür ki bu hata, bant kayıtta oldu. * Zihninizde unutamadığınız, sizi çok etkileyen bir maç oldu mu? 1985 yılında Brüksel'de oyanan ve Heysel faciası olarak bilinen, olaylı Liverpool-Juventus Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası final maçını ben anlatmıştım. Olaylar maç saatinden yaklaşık birbuçuk saat önce yaşanmıştı. Maçın normal saatinde değil, yaklaşık bir saat sonra başlayacağı duyuruldu. Fakat yayın maçın normal saatinde açıldı. Maç başlamadığından, orada yayın yapan yabancı bir televizyon olayları banttan vermeye başladı. O sırada ben de bulunduğum yerden bir süre yaşanan olaylardan bahsettim. Edindiğim bilgilere göre de ölenlerin ve yaralananların sayısını söyledim. Sonrasında kupalar hakkında bilgi vermeye başladım. Bu büyük bir tepki aldı. Bir takım olaylar yaşanırken, ben nasıl olur da başka şeylerden bahsediyormuşum. Bir kere benim bulunduğum yerden olayları takip etmem mümkün değildi. Üstelik olaylar 1,5 saat önce yaşanmış ve bitmişti. Benim oturduğum yerden kritik yapmam ne kadar doğru olur, o da tartışılır. Bu konuda çok uzun süreli olumsuz eleştiriler aldım. Bu olay beni gerçekten etkilemişti. * Otuz kusur yıldır spor spikerliği yaptınız. Bu meslekte yetiştirdiğiniz birileri var mı? Sağolsunlar onlar bana hocam diyorlar. Herkesin şu anda tanıdığı Melih Şendil, Melih Gümüşbıçak, Yalçın Çetin, Güven Göktaş, Erdoğan Arıkan, Oktay Karacan öğrencilerimdendir. Kurumdayken eğitimleri sırasında onlara ders vermiştim. Ben onlara birikimlerimi aktarmaya çalıştım. Onlar zaten yetenekli arkadaşlardı ve başarılı oldular. Zaten bugün geldikleri, bulundukları yerler hepimizin malumu...