En güzel maç henüz anlatılmadı

A -
A +

"Hagi! Hagi! Hagi! demesine hastayım." "Üstüne başka spiker tanımam." "Lafı uzatmayalım beyler, adam tek." Bütün bu laflar Ercan Taner'le ilgili ne var ne yok diye interneti şöyle bir gıdıklayıp araştırırken rastladığım chatleşmeler. Abartı değil. Her şey ortada. Ercan Taner günümüz futbolseverleri tarafından anlatımı en çok sevilen spor spikeri. Favori, favori, favori... Tarzının bu kadar beğenilmesinin sırrını, sohbetimiz esnasında cımbızladığım laflarından bir tek cümle halinde şöyle özetleyebilirim: "Bu adam maçı anlatmıyor. An be an maçı adeta yaşıyor, dolayısıyle yaşatıyor." Mesleğinde şu anda bulunduğu noktayı, TRT'ye girdiği yıllarda bir Ejder Akışık, bir Sevim Cambaz, bir Mesut Mertcan ve ustam dediği Halit Kıvanç'ın tedrisatından geçmiş olmasına bağlarken, bu konuda çok şanslı olduğunun da her daim altını çizmekte. Spor spikerliğinde en iyilerden olmasının yanı sıra, Lig TV Genel Müdür Yardımcısı olarak yöneticilik kariyerinde ivmesini yüksekte tutan Ercan Taner, bazıları gibi henüz ötmeye başlamış horozlar gibi "Ben bir numarayım" türküsünü çığırıp gezmek yerine, "Ben biraz oldum. Benim oldum dememe daha çok var" diyerek, mesleğini aslında ne kadar ciddiye aldığı mesajını bu röportajla cümle aleme duyurmuş oluyor. Spor spikerliği sizin idealinizdeki meslek miydi? Aslına bakarsanız ben futbolun içinde büyüdüm. Babam rahmetli Ziya Taner teknik direktördü. 1971'de İstanbulspor'u çalıştırıyordu. Antrenmanlar İstanbul Erkek Lisesi'nde yapılırdı. 6-7 yaşlarından itibaren yedek kulübesinde maçları takip eder, idmanlarda bulunurdum. Bir ara Ankaragücü minik takımında futbol oynadım. Fakat hem ben, hem de babam benim yıldız bir futbolcu olamayacağıma kanaat getirince, bıraktım. Okul falan derken, bir gün annem bana TRT'nin spikerlik için sınav açtığını söyledi. Ben de iştirak ettim. Fakat şöyle bir durum var. Çocukken evin salonunda yastıkları çevreleyip kendime saha yapardım. Küçük de bir topum vardı. Kendi kendime mini sahamda hem futbol oynardım, hem de maç anlatırdım. Gerçekçi olsun diye saksıdaki toprakları suyla karıştırıp çamur yapar, üstüme başıma sürerdim. Doğal olarak annemi de bu görüntümle çıldırtırdım. * Babanız bir futbol adamıydı. Peki TRT'nin sınavlarından geçmenize bir etkisi oldu mu? Evet, şöyle bir etkisi oldu. Sabah sınava giderken kot pantolon, gömlek giymiştim, Bana "Bu ağır bir sınava benziyor. Bence takım elbise giy" demişti. Sınava gittiğimde dört kişi dışında herkes spor giyinmişti. Hatta kendi kendime bayağı kızmıştım. Artık babamın takım elbise giyme tavsiyesi, sınavdan geçmeme ne kadar etkisi olmuştur bilmiyorum. * Şöyle eğlencelisinden, yaptığınız bir gaf veya hatayı anlatsanız... Ben Gırgır'a kapak oldum! 1984 Los Angeles Olimpiyatları için TRT'den bir ekip Amerika'ya gitmişti. Ben Ankarada'ydım. Yunanlı ve İsviçreli'nin karşılaştığı güreş müsabakasını Tansu Polatkan Amerika'dan canlı olarak anlatırken, birden ses kesildi. Bana hemen sen geç ekrana bakarak anlat dediler. Mesleğe de henüz başladığım yıllar. Elimde de bilgi yok. Güreşçilerden biri esmer, biri de katıksız sarışın. Zekiyiz ya... Türk milleti olarak pratik zekalıyız ya... Kendi kendime, olsa olsa esmer olan Yunanlı, sarışın ise hiç şüphe yok İsviçreli'dir dedim. Ve ben maçı, kendi tahminlerime dayanarak öyle böyle anlattım. Meğer tam tersiymiş; sarışın Yunanlı, esmer İsviçreli. Bu olaydan sonra Gırgır beni kapak yapmıştı. Aynı akşam Yeşilçam'dan bir ağabeyimizle beraber birkaç kişi yemeğe gitmiştik. Bana, "Ya güreşi seyrettin mi?" dedi. "Evet seyrettim" dedim. "Gördün mü spikeri? Ne yaptı yaa? Maçı rezil etti. Ben böyle bir şey görmedim" dedi. "O bendim" dedim. "Aslında fena da değildi" diyerek lafı çevirdi. * Siz Türk futbolunun yurt dışında farklı yenilgilere maruz kaldığı, son yıllardaysa başarılarıyla kendini gösterdiği bir çok maçı anlattınız... Farklı skorla yenildiğimiz o yıllara biz kara yıllar derdik. Hatta söyleyecek bir şey bulamayıp, her yediğimiz golden sonra "Maalesef top yine ağlarımızda" derdik. Hiç unutmam. Bursa'da oynanacak bir İsviçre-Türkiye maçını Tansu ağabeyle beraber anlatacaktık. Tansu ağabeye dedim ki, "Bugün gol yersek, artık maalesef demeyelim." Tansu Polatkan "Tamam" dedi. Maçın başı, İsviçre santrayı yaptı. Ve akabinde gol attı. Biz Tansu ağabeyle birbirimize baktık ve aynı anda "Maalesef" dedik. Neyse ki Türk futbolunun başarılı dönemine erebildik ve maalesefli yılları geride bıraktık. * Müthiş heyecanlı bir maç izliyorsunuz. Ah be! Şu maçı ben anlatsaydım dediğiniz oldu mu? Bu maçı keşke ben anlatsaydım dediğim olmadı. Ben her zaman bir Brezilya-Türkiye maçını ve o maçta bizim attığımız golleri anlatmak isterdim. Allaha şükür bu gerçekleşti. Bir hayalim daha var. İngiltere ile oynayıp, 3-0 kazanacağımız maçı anlatmak istiyorum. O maçı istiyorum. * Futbolseverlerin pek çoğu maç anlatımınızdan büyük keyif alıyor... Onlarla diyaloğunuz ne durumda? Gayet iyi. Fakat Türkiye'de taraftarlar şunu bilmeliler. Bu bence çok önemli. İki takımdan birisi gol attığı zaman, diğer takımın taraftarları bozulmamalı. O anda spiker görevini yapıyor. Bu durum, diğer takım golün karşılığını verdiği zaman için de geçerli. Bizim görevimiz atılan her golü anons ederken, hakkını vererek anlatmaktır. Anlatmadığın takdirde, ne Ercan Taner olabilirsin, ne de başka bir isim. Seni zaten sevmezler. Bu adam sahtekâr derler. Bu meslekte kesinlikle içten pazarlıklı olmayacaksın. Ancak yurt dışında oynadığımız maçlarda durum biraz değişiyor. Mesela Milli Takımımız'a atılan bir golü oturup ballandıra ballandıra anlatmam. Zaten anlatamam. * Herkes sizin Hagi ismini telaffuz edişinize bayılıyor... Doğru. Zaman zaman bana da yansıtıyorlar. Madem konu açıldı, bir Rapid Vien-Galatasaray maçında Hagi, Avusturyalılar'ın yarı sahasından topla birlikte ilerledi, önüne geleni geçti, ceza alanına yaklaştı ve kalecinin üstünden harika bir aşırtmayla golünü attı. İşte Hagi'nin tek başına geliştirdiği bu atağı, golü bulana kadar sadece ismiyle "Hagi, Hagi, Hagi" diye anlatmıştım. Çünkü orada başka bir şey söylemeye ihtiyaç duymadım. Doğrusu nefis bir goldü. * Dünden bugüne baktığınızda, kendinizde ilerleme, gelişim ve değişim adına neler gözlemliyorsunuz? Bana göre insan daima kendini geliştirmeli. Mesleğe başladığım yıllarda, bu işin ustalarından hep bir şeyler öğrenmeye çalıştım. Ve hâlâ da öğrenme isteğim devam ediyor. Şu anda meslekte biraz ilerleyebildiğimi görüyorum. Hâlâ biraz diyorum. Eksiklerim var. Bu mesleği yapanlar olarak eksiklerimiz var. Ben maç anlatımlarımın içine artık taktiksel değişimleri, gelişimleri dahil etmek istiyorum. Dünya bu anlatım tarzına gidiyor. Basketbol gibi futbolun içine istatistikler, rakamlar girmeye başladı. İstatistiki veriler bire bir durumu yansıtmaz, fakat yine de bilgi ve görüş kazandırması açısından önemli. Şunu söylemek istiyorum; ben dünyadaki gelişmeyi takip ettikçe başarımın devam edeceğine inanıyorum. Bir de yönetmenler nasıl maç çekiyor, hangi teknolojiyi kullanıyor diye merak ederim. Doğrusu maç yönetmenliği ilgimi çekiyor. Bir Musa Çözen olamayız ama, maç yönetmenliği yapmak isteklerimin arasında...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.