En büyük maratoncu

A -
A +

Orhan Ayhan. Spor yazarlığında ve spikerliğinde sanki maraton koşan bir atlet. 1957 yılında muhabirlikle başlayan bu uzun maratonu bitirmeye hiç de niyetli görünmüyor. Bu kanıya ara ara sohbetimizin kesilmesine sebeb olan işiyle ilgili konulardaki tavırlarından vardım. İşine dair konularda her daim o kadar enerjik ve üretken ki. Orhan Ayhan'ın gazetecilik ve spikerlik mesleğine başlamasında iki arkadaşının büyük payı var. Muhabirliğe başlamasına vesile olan; gazeteci Erol Çetindağ. Spor spikerliği sınavına, biraz da zorlayarak girmesini sağlayan, yine gazeteci kimlikli bir isim Oktay Göral. Demin de belirttiğim gibi Orhan Ayhan, 1957 yılında Son Posta Gazetesi'nde muhabirliğe başlamış. Bundan tam 5 yıl sonra, yani 1963 yılında ilk maçını anlatarak spor spikerliğine adımını atmış. Uzun zaman radyo ve gazetecilik beraber gitmiş ardından televizyon gelmiş. Çok sayıda futbol maçı anlatmasına rağmen o, bir boks tutkunu. 1963'ten bu yana da boks müsabakalarının vazgeçilmez anlatıcısı. Kendisi gibi boks tutkunu olan spor spikerlerinin öncülerinden Eşref Şefik'le halef selef olduğunu her daim gururla vurgulayan Orhan Ayhan, şu anda Dünya ve Avrupa Boks Birliği yönetim kurullarında görev yapıyor. Ayrıca yeni bir oluşum içinde olan Avrupa Boks Birliği'nin, biri Fransız, biri İtalyan olmak üzere üç kişilik yönetim komitesi içinde yer alan tek Türk. Türkiye Spor Yazarları Derneği'nin kurucusu statüsündeki doğal üyesi olan Orhan Ayhan, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu'nda da 8 yıldır görevine devam ediyor. * Mesleğe başlangıç nasıl oldu? Spor yazarlığına başlamadan önce futbol oynuyordum. Florya'da Şenlikköy'de bir saha vardı. En ünlü futbolcular dahi oraya gelirlerdi. Maç yapardık. O dönemlerde Erol Çetindağ adında foto muhabiri bir arkadaşım vardı. Ben de o sıralarda üniversite eğitimimi nerede yapacağıma karar vermeye çalışıyordum. Erol'a bir gün "Bu muhabirlik zevkli bir meslek olsa gerek. Bana da bir şeyler ayarlasana" dedim. Birkaç gün sonra Erol "Sana Son Posta'da iş buldum" diye geldi. Giriş o giriş. 5 sene çok sıkı bir muhabirlik devrem geçti. Herşeyi çok iyi öğrendim. O zamanlarda daktilo falan yok. Bir tek Anadolu masasında daktilo vardı. Biz spor sevisinde haberimizi çala kalem yazardık. Sene 1962. O dönemde Tercüman Gazetesi'nde çalışıyordum. Türkiye- Rusya maçı öncesi Kilyos kampına gittim. Millilerimizle röportaj yapmak için. O zamanlar araba falan nerede? Bir tek araba sahibi olan var, o da Kemal Ilıcak. Onunki de eski bir Opel. Otobüs, dolmuş derken zar zor Kilyos'a gittim. Röportajı yapıp binbir zahmetle gazeteye geri döndüm. Arkadaşım Oktay Göral yanıma geldi. "Orhan spor spikerliği sınavı açılacakmış. Halit Kıvanç BBC'ye gidiyormuş" dedi. Oktay'a "Git başımdan şu röportajı yetiştireceğim" dedim. Vazgeçmek nerede, hala başıma ekşiyor. O arada nereden bulduysa telefonla Halit Kıvanç'ı bulmuş, birden ahizeyi elime tutuşturuverdi. Halit Kıvanç'a "Yahu kusura bakma, Oktay'ın işgüzarlığı. Benim spikerlikle alakam yok" dediysem de "Olur mu olur. Bir dene" dedi. İstanbul radyosuna gittim. Orada bir Vietnam haberi okudum. Kursta 57 kişiydik. Necati Karakaya geldi ve "En iyi sen okumuşsun" dedi. Sonra bizi Dolmabahçe'ye maç anlatmaya götürdüler. Orada bizleri denediler. Kursun sonunda beni birinci ilan ettiler. Böylece radyoya adımımı atmış oldum. * Peki ilk maç anlatışınız... 21 Ocak 1963'te ilk maçımı anlattım. G.Saray - Milan, Avrupa Şampiyon Kulüpler maçı. Maç Dolmabahçe'de. İstanbul'da göz gözü görmüyor. Kar tipi rezalet. Dediler ki; ilk 15 dakikayı Erdöl Boratap anlatacak. Erdöl Boratap davudi sesli, TRT'nin yetiştirdiği muhteşem bir kişidir. İkinci 15 dakikada ben varım. Üçüncü 15 dakikada da Alp Selek anlatacak maçı. Alp Selek aynı zamanda gazetede benim müdürüm. TRT'nin kursunda da beraberdik. Ve arkamdan ikinci olmuştu. Neyse Erdöl Boratap kendine ait bölümü anlattı. Sıra bana geldi. Ben maçı 15 dakika anlattım ve süremi doldurdum. Tam maçın sunumunu Alp Selek'e devredeceğim. Oradan bana "Devam et, devam et" diyorlar. Alp Selek de devam işareti yapıyor. Baktım kapıda Halit Kıvanç duruyor. Kurtuluşum mümkün görünmüyor. Fakat içim rahat değil. Zira benden sonra maç anlatacak olan kişi müdürüm Alp Selek. Ben ne yapacağımı şaşırdım. Fakat öyle böyle derken bana bütün maçı anlattırdılar. Program müdürümüz Naci Serez'in sonradan bana söylediğine göre, maçı benim anlatmam için radyoya yoğun telefonlar gelmiş. * Futbolcular için Mercedes, Murat 124 gibi benzetmeler yapıyorsunuz. Bunları önceden mi hazırlıyorsunuz? Yok değil. Radyo, dünyanın en zor yayıncılığıdır. Çünkü radyo yayıncılığında olan biteni radyo dinleyicisinin gözünün önüne getireceksin. Edebi yönünüz kuvvetli, kelime dağarcığınız çok zengin olacak. Dinleyicinin dikkatini ancak 2.5 dakika tutabilirsiniz. Araya öyle anektodlar atacaksınız ki yayın renklensin. Dinleyiciyi hatırınızdan hiç çıkartmayıp onunla iletişim halinde olacaksınız. Anlatımınız tiyatral bir tarzda olacak... * Tiyatral bir tarz olmalıdır dediniz. Tiyatro yapmak gibi bir eğiliminiz oldu mu? Uğraşmadım. Fakat uğraşsaydık yapardık. Spikerlikten 7-8 ay sonra dublaj yapmaya başladım. Hiç unutmuyorum 1963 yılıydı. Rock Hudson ile Doris Day'in "Yastık sohbeti" diye bir filminin dublajındayız. Hudson ile Day birbirlerini seviyorlar. Fakat daima sürtüşme içindeler. Ben de avukat rolündeyim. Filmin bir bölümünde ikisi de bana "Avukat, kim haklı?" diye sordular. Ben de Hudson'a sert bir bakış attım. Sert bir ses tonuyla "Kız haklı" dedim. Sadece bu lafa o günün parasıyla 15 lira aldım. Bölseniz, çarpsanız, bugünle kıyaslasanız, herhalde Türk sinemasının en pahalı dublajcısı benimdir. O zamanlar bir maçı 32 liraya anlatıyordum. * Hangi takımı tutuyorsunuz? Vefalıyım. Türkiye'nin 4 büyük takımı vardır. 1905 GS, 1907 FB, 1903 BJK ve 1908 Vefa. Vefa'da futbol ve basketbol oynadım. Babam yıllarca Vefa'da başkanlık yaptı. Bizim evimizde Vefa'dan başka hiçbir şey konuşulmazdı. * Üç büyüklerden hiçbirine sempati duymuyor musunuz? Şöyle: Galatasaray'ı çok sevdim. Çünkü bana gurur verdi. Biz öyle bir nesiliz ki, yurtdışına ne zaman gitsek mahcup olup dönerdik. Çok şükür, Galatasaray sayesinde çok güzel başarılar yaşadık. Sonra Beşiktaş'ı çok sevdim. Bir de ne olurdu yurt dışında Galatasaray'ın elde ettiği başarıyı gösterebilseydi. Başımın üstünde yeri var. Bir de Fenerbahçe var. Böylesine bir potansiyeli varken varlığını gösterememesi ne kadar üzüntü verici. Aslında doğru adımlarla Fenerbahçe, Avrupa'nın tozunu dumana attırır. Bu seneki şampiyon adayım da Fenerbahçe. Ben taraf olarak konuşmuyorum, sadece görüntüyü anlatıyorum. Fenerbahçe'ye şampiyonluktan sonra fevkalade makyajlar yapılabilir. Orta sahaya adamlar alınır, kale zenginleştirilirse Avrupa'da bir numara olur. Büyük seyircisiyle stadları sallar Alimallah. * Bildiğim kadarıyla uzun yıllar boyunca Beşiktaş'ı birebir takip ettiniz? Evet. Tam 14 yıl Beşiktaş'ın muhabirliğini yaptım. Beşiktaş ile köklü bir gönül bağım vardır. Çok eski arkadaşlarım dostlarım var. O zamanki ortam şimdiki durumdan farklıydı. Takım içinde bile etkiliydim. Öyle ki, takım içindeki sürtüşmeleri dahi önlediğim olmuştur. Bir gün Beşiktaş'ın gizli bir kongre kulisi vardı. Gümüşsuyu'nda eski as başkanlardan Himmet Ünlü'nün evindeydik. Tek gazeteci vardı, o da bendim. Çünkü bilirler ki, ben ne konuşulursa abartmadan onu yazarım. Aradan bir yarım saat geçmişti. Evin hizmetçisi Himmet Ünlü'ye "Efendim bir gazeteci gelmiş görüşmek istiyor" dedi. Himmet Ünlü şaşkınlıkla bana bakıp "Orhan git bak bakalım kim gelmiş" dedi. Kapıya gittim. Karşımda genç birisi duruyor. "Hayırdır kardeşim, ne istiyorsun?" dedim. "Ben Akşam Gazetesi'nden Atilla Gökçeyim. İzmir'den yeni geldim. Beşiktaş'a bakıyorum. Burada kongre kulisi olduğunu öğrendim. Buraya kadar geldim" dedi. Ben de ona "Seni candan kutluyorum. Madem ki sen böylesine gizli ve zor bir haberi almışsın. Burada olmak senin hakkın" dedim ve içeriye aldım. Bu olay Atilla Gökçe'nin ilk işi oldu. * Bir çok futbol müsabakası anlattınız. Unutamadığınız, sizde iz bırakan bir maç var mı? Ali Sami Yen 1964 yılında açılmıştı. Ve Ali Sami Yen'deki ilk karşılaşma Türkiye - Bulgaristan milli takımlarının maçıydı. Maçı Halit Kıvanç ile beraber anlatıyoruz. Stadyumda 41 bin seyirci var. Maçın 15. dakikasında açık tribünlerin en üstünde bir alev meydana geldi. Orada bulunan binlerce kişi alevden korunmak için birdenbire geri çekildi. O geri çekilmeyle birlikte aşağı taraf müthiş bir baskıya maruz kaldı ve insanlar birden aşağı düştüler. Bu olay sonucunda yirmiye yakın insan yaralandı, hatta birisi hayatını kaybetti. Bu olay büyük acıyla hatırladığım ve yayınına zor devam ettiğim bir maçtır.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.