Eskiler "adıyla müsemma" der. Görünüşü ismine benzeyenler için kullanılan bir deyimdir. Biz de soyadıyla müsemma diyoruz. Ali İhsan Karayiğit, soyadı gibi kara yağız... Biraz minyon. Onun hakkında işittiklerim ise sahaların yiğitlerinden ve en büyüklerinden olduğu... Pek çok araştırmacının hazırladığı "yüzyılın onbiri" listelerinde isimler değişirken santrhaftın değişmeyen ismi bu kara-yiğit adamdır. Her ne kadar kendisi bu tür çalışmaların eksik olduğu konusunun altını çizse de, yine de bu sonuçtan hoşlanmıyor değil... O dönemin futbolcu ağabeylerinin ortak bir özellikleri var. Gazete ve televizyonlarda boy göstermekten pek hoşlanmıyorlar. Halen idareci olarak çalıştığı Beşiktaş Fulya tesislerinde hizmetlerine devam eden Ali İhsan Karayiğit, Kartal'ın 100. yılındaki şampiyonluk balosuna rica minnet, biraz da baskıyla gitmiş. Kulüp yetkilileri "sensiz olmaz" diye bastırınca kimseyi kırmamak için kabul etmiş daveti. Benim ropörtaj teklifime de aynı tavrı göstererek hayır dedi. Ben de "sensiz olmaz" türküsünü söylemeye başlayınca kabul etti. Futbol aşkı ne zaman başladı? İlk ve orta öğrenimimi Salihli'de yaptıktan sonra lisede okumak için Manisa'ya gitmiştim. Kemal Bey isminde spora düşkün bir müdürümüz vardı. Onun desteğinde bir takım kurduk. Adını da Gençlerbirliği olarak vermiştik. Manisa mahalli liglerine katıldık. Daha ilk yılımızda şampiyon olduk. Türkiye şampiyonası için Balıkesir'e geldik. Balıkesir'deki maçlarımızda Necmettin Önder isimli Beşiktaşlı bir ağabeyimiz beni seyredince hayran olmuş. Benden sitayişle bahsedince Remzi Tosoro diye Beşiktaşlı bir idareci beni İstanbul'a götürmek için Salihli'ye geldi. Bizimle görüştü. Babam bir şey demedi ama rahmetli annem, "Ben oğlumu İstanbul'a falan göndermem" diye ayak diredi. Kazanan annem oldu ve ben Salihli'de kaldım. Bu sırada Lise 1'deyim ve o sene Geometri dersinden ikmale (bütünleme) kaldım. Bir sene sonra yine aynı dersten ikmale kaldım. Beşiktaş peşinizi bırakmış mıydı? Hayır... Bu sırada Beşiktaş Kulübü sürekli mektup ve telefonlarla beni arıyordu. Ben Manisa'da okuldan atılacağıma İstanbul'a gidip hem sınıfımı geçer, hem de Beşiktaş'ta oynarım deyince annem ve babam razı oldular. O zamanlar çelimsiz bir görüntüm vardı. 59 kiloydum. Beşiktaş'ın efsane oyuncusu Baba Hakkı futbolu daha yeni bırakmış. Beni görünce, "Bundan futbolcu olmaz. Karşısında dev gibi oyuncular olacak. Bu adam onların karşısında ne yapabilir?" diye söylenmiş. Kör Fehmi lakaplı, futboldan gerçekten anlayan bir arkadaş, "Methettiklerine göre vardır bir sebebi" diyerek Baba Hakkı'yı ikna etmiş. O arada Trestine diye bir takım gelmişti İstanbul'a... Beşiktaş forması ile ilk maçımı bu takıma karşı oynamıştım ve sahadan 5-4 galip ayrılmıştık. Ondan sonra takımın gediklisi olduk. Hala da Beşiktaş'ın içindesin. Doğru... 53 seneden beri Beşiktaş'ın içindeyim. Yorulmadınız mı? Asla... Bütün gençliğimi verdiğim takıma ihtiyar halimle de hizmet vermek istiyorum. Beşiktaş'ın efsanevi takımında kimler vardı? Kaleci olarak Ethem, Mehmet ve Fevzi vardı. Sağ bekte Yavuz, sol bekte Bedii, sağ hafta Eşref, santrhafta ise ben vardım. Sol hafta Çengel Hüseyin... Zaman zaman sağ açıkta Süleyman vardı. Süleyman Seba mı? Evet... Santrfor Bülent Ersel vardı hatırladığım... Ondan sonra zaman zaman Şevket Yorulmaz oynadı. Recep ve Şükrü Gülesin'i de unutmayalım. Bunlar hakikaten efsanevi futbolculardı. Şimdi Beşiktaş'ın geçenlerde bir on biri yapıldı, altın on biri. Ama orada biraz çarpıklıklar var. Onu söylemeden de geçemeyeceğim. Sizin tekniğe dayalı ve zarif bir stiliniz varmış. Örnek aldığınız yerli veya yabancı biri var mıydı? Yabancı futbolculardan Osvild ve Hannappi gibi isimler beni etkilemişti. İstanbul'a yabancı bir takım geldiğinde seyretmeye giderdim. Onların stillerini örnek alıp geliştirmeye çalışırdım. Bugünkü gibi televizyon olmadığı için seyrettiğim oyuncu sayısı çok sınırlıydı. Özetle başkalarında olup da beğendiğim hareketler elbette olmuştur. Ama bazı özelliklerim doğuştan vardı. O zamanlar Gündüz Kılıç, Reha Eken gibi benden daha cüsseli rakipleri tekniğimle oyundan düşürebiliyordum. Sizin kuşağın bir özelliği varmış. Sadece futbol değil, sporun diğer branşlarıyla da ilgileniyorlarmış. Ben de futboldan başka sporun her dalıyla uğraştım. 100 metreyi çok iyi koşardım. Yüksek atlama ve uzun atlamada da başarılıydım. Bunun faydasını gördünüz mü? Elbette... Hava toplarında zamanlamam çok iyiydi. Çok yükseğe sıçrayabiliyordum. Gündüz Kılıç ağabey ile hava topuna çıktığımızda o top yerine benim çeneme vururken ben topa vururdum. Gerek kafasıyla, gerek ayağıyla isabetli paslar atabilen biriydim. O dönemde takım arkadaşlığı nasıldı? Bütün takım birbirimize bağlıydık. Zaten biz 6 arkadaş Akaretler'in eski, hurda binasında yatıp kalkardık. Yediğimiz içtiğimiz aynıydı. Yenildiğimiz zaman başkalarını suçlamazdık. Birbirimizi teselli etmesini bilirdik. Unutamadığınız bir maç var mı? Hatırladıkça güldüğüm bir olay var. 1950'li yılların başında İsveç'e gitmiştik. İlk maçta Almanlar, İsveç'i 5-0 yenmişlerdi. Biz de İsveç takımı ile maça çıktık. Ancak bir santrforları var ki çok uzun boyluydu. Yerden bir şey yapamazdı ama hava toplarını armut gibi topluyordu. Bir korner pozisyonunda sağ haf Eşref'e, "Sen bu yarmanın ayağına bas da yükselemesin, ben de topu alabileyim" dedim. Korner atıldı. Ama adam yükselip vurunca golü yedik. Ben niye basmadın deyince, "Bastım ama adam beni de havaya kaldırdı" dedi. Sizin dönemizdeki futbol anlayışı ile bugünkü futbol anlayışı arasında ne farklar var? Fark sadece şartlarda... Mesela şimdiki futbolcuların malzemeleri çok iyi. Şahane stadlarda maç oynuyorlar. Çok büyük miktarlarda para kazanıyorlar. Biz bırakın para kazanmayı, giyecek ayakkabı bile bulmakta zorlanıyorduk. Ben, 1950-55 yılları arasında Türkiye'nin en popüler futbolcusuydum. O sene 5 bin lira aldım. O zamanlar ancak son model bir Pleymut, Dodge gibi araba alınabiliyordu. Şimdikilerde para gani. Ancak bunlar bizim oynadığımız sahalara çıksalar çoğu top oynayamaz. Sahanın bazı yerleri balçık olurdu. Buhran Sargın bir keresinde top çamura girdi çıkaramamıştım diye anlattı. Hatta ayakkabın kalırdı çamurda... Ayakkabın çıkardı, ayakkabını tekrar giymek zorunda kalırdın. Bir de kramponlarınız çok sertmiş. Lefter'in evinde kramponlarını gördüm, ne bükülüyor, ne esniyor. Tahta gibi bir şey... Çivi ile çakarlardı onları. Bazen çiviler ayaklarımızı delik deşik ederdi. Bugün kendinize benzettiğiniz bir futbolcu var mı? Zevk alarak seyrettiğim bir futbolcu yok. Mesela bir İlhan Mansız diyorlar. Ama bir maçta varsa beş maçta yok. Yani istikrar yok. Halbuki Lefter, Metin Oktay, Turgay, Çengel Hüseyin gibi o dönemin futbolcuları çok istikrarlıydılar Sohbetimizin başında 53 yıldır Beşiktaş'tayım demiştim. Nasıl bir aşktır bu?.. Anlatılmaz. Ancak yaşanır. Ben hala Beşiktaş'ta oturuyorum. Arkadaş çevrem de Beşiktaş'ta... Süleyman Seba ile haftada bir-iki defa buluşur, konuşuruz. Turgay panter biz ot muyuz? Almanya maçınız nasıl geçti? Almanya maçını İsveç'te değil Almanya'da oynadık. Turgay Şeren'in Berlin Panteri diye ünlendiği maçı oynadık. Turgay abi Almanya'yı tek başına mı durdurmuştu? Turgay elbette iyi bir maç çıkardı ama biz ot mu topladık? Gol yemeyeceğiz diye takım olarak anamız ağladı ama sadece Turgay panter oldu. O dönemde bazı futbolcuların ilginç lakapları varmış. Size ne diyorlardı? Havada Duran Adam, 4 vitesli adam... Ali İhsan'ın künyesi 1928 yılında Manisa-Salihli'de dünyaya geldi. Futbola küçük yaşta Salihli'de başladı. Atletik meziyetlerini ve zekâsını 90 dakika boyunca sahanın içinde bütünleştiren Ali İhsan Karayiğit, gösterişten ve abartıdan uzak kaliteli futboluyla hatıralarda yer aldı. Yumuşak ve serinkanlı oyunuyla rakiplerinden kolay top alan ve dağıtan bir futbolcuydu. Bireysellikten çok takım oyununa yatkındı. 18 defa milli oldu. Futbolu bıraktıktan sonra Beşiktaş'ta antrenör olarak da hizmet verdi. Özellikle genç oyuncuların ortaya çıkmasında büyük katkısı oldu. Halen Beşiktaş'ın Fulya tesislerinde idareci olarak görev yapıyor. Sınıf arkadaşım Zeki Müren Lise hayatınıza İstanbul'da devam edebildiniz mi? Boğaziçi Lisesi'ni bitirdim. Zeki Müren ile aynı sınıftaydık. Tanıdığınız Zeki Müren'le, sahnelerdeki Zeki Müren aynı mıydı? Hiçbir farkı yoktu. Sesi ve diksiyonu çok iyiydi. Onunla ilgili bir hatıram var. Tevfik Görelsoy adında bir edebiyat hocamız vardı. Bir gün beni tahtaya kaldırdı ve kitaptan bir şiiri göstererek oku dedi. "Lebi derya durur" diye okumaya başladığımda birden kızdı, "Otur eşek" diye beni oturttu. Zeki Müren'in babasının ismi Aziz'di. Bu sebeple "Gel bakalım Aziz bin Zeki..." diye Zeki Müren'i kaldırdı tahtaya... O da aruz vezniyle kelimelerin hakkını vere vere okudu. Tevfik hoca tekrar bana dönerek "Yaa eşek" dedi, "şiir böyle okunur." Liseden sonra okudunuz mu? Liseyi bitirince tahsil hayatını bıraktım. Daha doğrusu bırakmak zorundaydım. O dönemde bazı arkadaşlar liseyi bile bitirememişlerdi. İki iş bir arada gitmiyordu.