Başlarken... 20 Temmuz 1934 tarihi size neyi hatırlatıyor diye sorsam ne cevap verirdiniz? Kafanızda gelgitli soru işaretleri oluştuğunu tahmin edebiliyorum. Muhtemelen "Atatürk devrimlerinden birinin ilan tarihidir" diye düşünmüş olabilirsiniz. Veya "Hitler'in Orta Avrupa'da yaptığı yaramazlıklardan hangisinin tarihi acaba?" diye içinizden geçirebilirsiniz. Hiçbiri değil elbette... 20 Temmuz 1934 Türkiye'de farklı bir alanda yaşanmış güzel bir devrimi yansıtıyor. Bu tarih, Türkiye'de hem spor hem de yayıncılık tarihinde bir futbol maçının ilk defa radyodan naklen yayının tarihidir. Yer Kadıköy Fenerbahçe Stadı, karşılaşılacak takımlar FB ile Avusturya'nın WAC takımları... Mikrofonun başındaysa, spordaki bilgisi ve spikerlikteki yeteneğiyle bu işin üstadı, Eşref Şefik var. O hafta yayınlanan dönemin popüler spor dergisi Olimpiyat, Türkiye'de gerçekleşen bu ilk naklen yayını "yılın olayı" olarak yansıtır. Olimpiyat dergisindeki bu tarihi yazının konumuzla ilgili kesiti şöyle... Dönemin havasını muhafaza etmesi için aynen yayınlıyoruz: "İstanbul'da ilk yapılan spor röportajı, Fenerbahçe Stadı'nda FB-Avusturya WAC takımları arasında yapılan maç olmuştur. Reportörlüğü Eşref Şefik bey yapmıştır. Radyoda konuşma tarzını pek iyi bilen Eşref Şefik bey, aynı zamanda futboldan anladığı için maçı, hoparlörde tamamiyle canlandırmaya muvaffak olmuştur. Bu defaki maçta 10 bin seyirci kitlesinin bulunmasından dolayı şüphesiz, bu kalabalık halkın bağırışlarıyla alkışlarından mikrofon fazlaca müteessir olmuştur. Fakat bu işe fazlaca kabiliyeti olan reportör, bu sıralarda geçen harekatı, gürültü biter bitmez bir kere daha çabucak tekrar ederek, maçı hiç noksansız olarak bitirmiştir." Efendim, "Futbola Ses Verenler" isimli çalışmamızın misafirleri, Eşref Şefik öncülüğünde başlayan, o zamanlardaki ifadesiyle reportör, bugünkü kullanımıyla "maç spikerliği" ile ün yapmış, sesleriyle zihinlerimizde yer etmiş kişiler olacak. "Halit abi bir insan koltuğunun altında taşısa taşısa iki karpuz taşır. Hadi elleri kavuşsun diyelim, üç olur o zaman. Allah aşkına sen kaç tane karpuz taşıyorsun?" diye sorduğumda, o son derece rahat ve bir o kadar mütevazı tavrıyla "yok canım taşıya taşıya iki karpuz taşıyorum. Bunlardan biri sunuculuk, diğeri yazarlık, öbürküler sadece karpuzun çeşitleri" diye cevap verdi. Yine yapacağını yapmış, konuşma ustalığını nüktedanlığıyla birleştirip, ziyaret ettiğimiz TÜRVAK'taki öğrencileriyle bizi kahkahalara boğuvermişti. Halit abi ete kemiğe bürünmüş, kitle iletişim aracı olarak görünmüş kişilerden... Abarttığımı sanmayın lütfen; gazetecilik, radyoculuk, televizyonculuk, maç spikerliği, yazarlık, iletişim sahasında bizzat yaptığı işler. Bir de şöyle ucundan tutup yaptığı öyle işler olmuş ki, her birini yapmak bugün için uzmanlık ister. Bütün bunları saydığımızda gülüp geçiyor. Zira alçakgönüllülük onun hamurunda var, tıpkı akranları gibi... Sevecenliği ve güleryüzü daim olsa da, bazı ihmallerden dolayı birazcık buruk. Neden diye sormayın, birazdan sebebini öğreneceksiniz. Şimdi küçük bir ara verelim, son kitabı olan Kupaların Kupası Dünya Kupası'nda kendi kaleme aldığı biyografisini nakledelim sizlere... İstanbullu... Pertevniyalli... Hukuk mezunu... Bir süre yargıçlığı var... Üniversitede iken gazetecilikte ilk adımlar... Derken büyük gazeteler.. Mikrofonla tanışma... Spiker.. Sunucu... Radyoda maç heyecanı... TV'de ilk yarışma... Daha nice nice "ilk"lere imza... Londra BBC'de bir yıl.. Dünya ünlüleriyle röportaj... Futbolun büyüklerini anlat.. Gollerin en güzelini... Penaltıların kaçanlarını... Pele'yle "yedek" iken tanış... 16 Dünya Kupası'nın 10'unda orada... Kiminde gazeteci, kiminde radyocu, TV'ci... 1954'te Milli Takım'la beraber.. Ve sahnede, mikrofon elde... Bugünün ünlülerini ilk sunuş... Herkesi dostça tut... Çirkin olayı, kötü kişiyi unut... Yazarlıkta yarım yüzyılı aş... Sunuculukta yarım yüzyıla yaklaş... Bir sevgili mikrofon... Bir sevgili ekran... Yuvası, sunuculuğuyla akran... Eczacı Bülbin Kıvanç'ın eşi... Yazar Ümit Kıvanç'ın babası... İkiyüzü aşkın ödülü... Otuza yakın kitabı... İşte size bir yenisi daha... Futbolun en büyük coşkusunu... Dünya Kupası'nı anlatıyor... Bu kupa şimdi 72 yaşında... 72 milletin topçusu bu kupanın peşinde... Yine goller goller goller... Gollerle direkten dönenler... Ofsayf direkten dönenler... Ofsayt golle övünenler... Yaşam öykümüz de öyle... Hep golü atan olmanız dileğiyle... Siz aslında hukuk mezunusunuz. Eğitiminiz olan bu dalla ilgili bir çalışmanız oldu mu? O zamanlar Siirt'in, şimdi Batman'ın kazası olan Kozluk'ta üç ay yargıçlık yaptım. Sonra İstanbul'a dönüp avukatlık stajımı da bitirdim. Üç ay yargıçlık yaptınız. Ya avukatlık? Eşin dostun birkaç duruşmasına girdim. Böylece avukatlık cübbesini giymiş oldum. Fakat benim gönlüm üniversite yıllarında başladığım gazetecilikteydi. Kozluk'tan döndüğümde gazeteciliği meslek olarak seçtim. Bir süre geçtikten sonra daktilonun yanına mikrofon geldi. Radyoda yarışmalar, derken maç spikerliği, en sonunda da bunların hepsini televizyona taşıdık. Maç spikerliğine nasıl başladınız? 1956'da Fenerbahçe takımı Rusya'ya gidiyor. Fenerbahçe'nin hazırlık maçları var. O zamanki Rusya Komünist Rusya. Öyle girmek çıkmak kolay değil. Fakat ben de gitmeyi çok istiyorum. Milliyet gazetesi Genel Yayın müdürü rahmetli Abdi İpekçi bu maçı takip etmem için beni görevlendirdi. Fenerbahçe ilk maçını Dinamo ile yapacak. Moskova'ya giden 29 kişilik kafilede tek basın mensubu benim. Neyse biz Moskova'ya gittik. Maçın spikeri Niyazi Sel. Bana dedi ki, "Halit, maç yayınında birlikte kulübeye girelim. Devre arasında yönetici olduğum için benim soyunma odasına gitmem lazım. Sen ilk devrenin şöyle bir kritiğini yaparsın. Sonra ben yetişirim. Nasılsa radyodan dolayı bu işe yatkınlığın var. Hadi bakalım" dedi. Dediğini yaptım. Devre arası 15 dakika konuştum. O da ne? Niyazi abi ortada yok. Ve maç bana kaldı. Meğer o bana böyle bir sürpriz hazırlamış. E siz göz göre göre komploya kurban gitmişsiniz. Evet ama olumlu komplo. Sonra ikinci yarı da bitti. Niyazi abi nihayet geldi. "Tamam oldu bu iş. Biz seni maç spikeri yapmak istiyorduk, bak ne iyi oldu?" dedi. İkinci maç olan FB-Zenith müsabakasını da anlattım. İstanbul'a gelince bir maçı anlatma hakkını tamamıyla bana verdiler. Ve ben maç spikerliğine böyle tepeden inme başlayıverdim. İşinizi ne kadar çok sevdiğiniz bilinen bir gerçek. Meslekte uzun ve kalıcı bir şekilde varolmanız bunun göstergesi. Peki bu meslekte sizi en çok mutlu eden olay nedir? Yurt içi ve yurt dışında bir çok milli maç anlattım. O dönemlerde şöyle bir uygulama vardı. 25 defa milli formayı giyen futbolcuya gümüş, 50 defa giyene altın şeref madalyası veriliyordu. Örneğin Lefter altın şeref madalyası alan ilk futbolcudur. Neyse, bir milli maç seyahatinden dönüyoruz. Dönemin federasyon başkanı Orhan Şeref Apak, "Ya Kıvanç senin kaçıncı milli maç anlatışındı" dedi. "Bu maçla otuz, Polonya maçıyla otuz birinci olacak" dedim. Sonrasında federasyon toplanmış ve otuz milli maçı anlattığım için, yirmibeş defa milli formayı giyen futbolculara verilen gümüş madalyayı bana vermeye karar vermişler. Sanki ben de 25 defa milli forma taşımışım gibi. İşte bu madalya aldığım en güzel ödüllerden biridir. Ayrıca beni en çok mutlu eden olaylar arasında yer alır. Dünya kupalarının adeta müdavimisiniz. Evet. Onaltı Dünya Kupası'ndan onunda oradaydım. Kiminde gazeteci, kimi zaman spiker olarak. Fakat bunlar içinde benim için önemlisi 1966'da İngiltere'de yapılan Dünya Kupası finalleridir. Çünkü Türkiye'ye naklen yayın yapılan ilk dünya kupasıydı. Ama ne maceralı bir naklen yayındı anlatamam. Şimdi bizimkiler, yani TRT, Dünya Kupasına bir hafta kala uyandı. Biz bu maçları naklen yayınlayacağız diye. Gittik müracaat ettik. Dediler ki, "Herkes 4 sene öncesinde müracaatını yaptı. Bütün kulübeler doldu". Ben şöyle bir düşündüm. Kendi kendime "Yahu maçı ha mikrofona anlatmışım ha telefon ahizesine." Hemen Ankara'yı aradım. Durumu anlattım. Teklifim kabul edildi. Uzatmalarla tam iki saat elli dakika boyunca oynanan bu maçı telefonla anlattım. Maç bitti. Fakat ben üç saate yakın bir süre kolumu öyle tuttuğum için aşağı indiremedim. Kolum mosmor olmuştu. Yanıma bizim rahmetli Samim geldi, "Hayrola ne oldu"dedi. "Şu telefonun ahizesini alıver" dedim. Samim sağolsun masaj yaparak kolumu açmıştı. İşte Türkiye'ye naklen yapılan ilk Dünya Kupası finalini bu şartlarda anlattım. Çok enteresan... Sana daha enteresan tarafı söyleyeyim. İngilizler telefon masrafları için bana makbuz falan vermedi. Türkiye'ye dönüşte kurumum bana bir ödeme yapmadı. Dolayısıyla ben iki saat elli dakika maç anlattığım telefonun masrafını kendim ödedim. Fakat böyle bir şeyi milletime naklettiğim için de çok mutluyum. Milletime helali hoş olsun. Bu işin kriteri nedir? Ben de bilmiyorum. Teyple gezerdim. Yabancı futbolcuların isimlerini kendilerinden öğrenirdim ki, yanlış telaffuz etmeyeyim diye. Bana bir ağabey ve duayen olarak saygı gösteriyorlar. Fakat fazla bilgi istemiyorlar. Bazı spor bölümleri benden yararlanmayı düşünmüyorlar. Onlar düşünsünler. Üçüncülüğü kazandığımız 2002'deki Dünya Kupası maçlarından hiç olmazsa birisini anlatmak ister miydiniz? İçinizde böyle bir ukde var mı? Halit Kıvanç 1954 Dünya Kupası finallerinde milli takımın yanında olan birisiydi. O tarihte Milli Takımımız ilk defa dünya kupası finallerinde oynadı. 2002 yılında Türk Milli Takımı futbol tarihinde ikinci defa dünya kupası finalleri oynadı. Fakat bana orada bu mesleğe yıllarını emeğini vermiş biri olarak görev vermediler. Bunu düşünmediler bile. Düşünmeyenler utansınlar. Ben o tarihte mesleğimde 48 yılımı tamamlamıştım. Yaşı 48 olmayan kişiler televizyona çıktı. Konuştular, tartıştılar. Yahu bu işe yıllarını gönlünü vermiş bir adam var. Onu çağıralım. Gelsin bir şeyler söylesin demediler. Bu bana yapılan en büyük nankörlüktür. Kırgın olmanız beni de gerçekten etkiledi. Karabulutları dağıtacak şöyle sohbetimizi neşelendirecek bir anı alabilir miyiz sizden? 1970 Dünya Kupası Meksika'da oynanıyor. Meksika'nın Guadalajara şehrinde İngiltere ve Brezilya karşılaştı. Muhteşem bir maçtı. Ben o maçı baştan sona özene bezene anlattım. Gece Mexico City 'ye döndüm. Otele geldiğimde Ankara'dan maç kaç kaç diye sordular. Böylece acı gerçeği öğrenmiş oldum. Meğer bizim kullanacağımız Meksika- Amerika hattı teknik bir anlaşmazlık sebebiyle kesilmiş. Yani ben doksan dakika boyunca maçı kendi kendime anlatıp dinlemişim. Mutluyum... Apak Federasyonu toplanmış ve otuz milli maçı anlattığım için, yirmibeş defa milli formayı giyen futbolculara verilen gümüş madalyayı bana vermeye karar vermişler. Sanki ben de 25 defa milli forma taşımışım gibi. İşte bu madalya meslek hayatımda aldığım en güzel ödüldür. Kırgınım... Ben 1954 Dünya Kupası finallerinde milli takımın yanındaydım. 2002 yılında Türk Milli Takımı futbol tarihinde ikinci defa dünya kupası finalleri oynadı. Fakat bana orada görev vermediler. Düşünmeyenler utansınlar. Ben o tarihte mesleğimde 48 yılımı tamamlamıştım. Yaşı 48 olmayan kişiler televizyona çıktı.