Şeref meselesi

A -
A +

Şeref Has'ın künyesi 1936 yılında İstanbul'da dünyaya geldi. Fenerbahçe'nin alt yapısında futbola başladı. Sırasıyla Beylerbeyi ve Beyoğluspor'da kısa süreli top koşturdu. Futboluyla dikkatleri çekince Fenerbahçe'ye transfer oldu. Fenerbahçe'de oynadığı dönem boyunca 2 İstanbul, 4 Türkiye lig şampiyonluğu yaşadı. 49 defa milli formayı giyen Şeref Has, 8 yıl boyunca kaptanlık bandı takarak en çok milli takım kaptanı olan on kişi arasında girdi. Fenerbahçe'de takımı sırtlayan, 90 dakika boyunca sahada koşan, özverili ve müthiş futboluyla Türk futbolunun en önemli ve unutulmaz futbolcuları arasında yerini aldı. Kafa vuruşları ve golcülüğüyle tanınan futbolcu bir Fener- Altay maçında menüsküs oldu ve 1969-70 sezonunda futbola veda etti. Şeref Has halen Türkiye Futbol Federasyonu'nda A milli takım sorumlusu olarak görevini sürdürmektedir. Şeref Has, Türk futbolunda bir ekol isim. Herkese parmak ısırtan yüksek futbolculuk performansından bahsederken, "Maçta 90 dakika sahanın her yerinde olurdum, maç bitiminde bir 90 dakika daha oynayabilecek kondisyona sahiptim" sözünü birazcık bıyık altından gülerek tamamlıyor. Başarı futbolda sırrın disiplinli bir çalışmadan geçtiğini ifade ediyor. Bu anlayışı futbolun dev isimlerinden olan abisi M. Ali Has'tan almış. 1950'li yıllarda yaşadığı başarılı futbol hayatını bugünkü sohbetimizle geleceğe taşıyoruz. Fenerbahçelilik nasıl başladı? Abimin nasihatleriyle Fenerbahçe'nin alt yapısına gittim. O zaman rahmetli Sabri abimiz vardı. Onunla bir yıl kadar orada yetiştim. Daha sonra Beylerbeyi'nde oynadım. Beylerbeyispor'dan Beyoğluspor'a gittim ve bir yıl kadar da burada top koşturdum. Ondan sonra da Fenerbahçe'ye transfer oldum. Hangi yıldı? 1954-55 sezonuna rastlıyor. O zaman Raif Dinçkök asbaşkandı. Beni Fenerbahçe'ye transfer eden odur. 1955 yılından 1969 yılına kadar sarı-lacivertli formayı giydim. 8 yıl Fenerbahçe'de, 8 yılda Milli Takım'da kaptanlık yaptım. Fener'deki futbolculuk döneminde 168 gol attım. Hem de bozuk, çamurlu saha şartlarında... Şimdikilerin işi kolay, mükemmel ortamlarda maç yapıyorlar. 49 defa milli olmuştum. Bunun 45'i A millî, 3'ü genç millî, biri de B millîdir. Dedim ya şimdikilerin keyifleri iyi... 1969'da bir Fener-Altay maçında İzmir'de beton sahada maç yaptık. O dönemde ben o beton sahada dizimi yere çarptım. 1969 yılında menüsküs oldum ve 28 yaşında futbol hayatım orada sona erdi. 28 yaşınızda ve en verimli çağınızda... Doğru, gerçekten en verimli çağımda çok üzülerek veda ettim sahalara. Şöyle bir toparlasak. Toplam ne kadar sürdü futbolculuk hayatınız? 14 yıl Fener'de, 1 yıl Beylerbeyi'nde, 1 yıl da Beyoğluspor'da... Toplam 16 yıl. Futbolculuğunuzun yanı sıra Milli Takım ve Fenerbahçe'deki kaptanlık konumunuz da çok ön plandaymış. Millî Takım'da 8 yıl kaptanlık yaptım. O zamanlar çok fazla milli maç yapılmazdı. Yılda iki, bilemedin üç maç olurdu. Bazen Romen bazen de Bulgar milli takımıyla karşılaşıyorduk. Fakat şimdikilerin imkanları çok geniş. Eskiye göre takımlardaki kaptanlık misyonu sanki önemini kaybetmiş gibi... Gibisi fazla, resmen kaybetti. Takımı içinde bir kaptanın gerçek anlamı nedir? Bana göre kaptanlık, hakemin elini sıkıp futbolcu arkadaşlarına başarılar dilemek değildir. Kaptanlık saha dışında başlar. Takımdaki arkadaşları maç öncesi ve maç sırasında motive edebilen, onların dertleriyle ilgilenen, dost olmayı becerebilen, oyun sırasında onları pozisyonlarına göre ayarlayabilen kişidir kaptan. Yani saha içinde bir abi, bir baba gibi olabilmeli... Kaptan sanki futbolcularla yönetim ve teknik direktör arasındaki bir köprü görevi görüyormuş. Şahsen ben idarecilerle ve futbolcular arasında bir köprü vazifesi görüyordum. Gerek transfer aylarında, gerek paraların ödenmesinde ben aktif olarak olayların içine girerdim. Bütün takım arkadaşlarım da bunu bilirler. Kendilerinin herhangi bir sıkıntıları olduğunda bana gelip anlatırlardı. Ben de olayı yönetim kuruluna götürüp çözülmesini sağlardım. Fenerbahçe'de de Milli Takım'da da benim kaptanlığım böyleydi. Bugünlere baktığınızda aynı takım ve renk aşkını futbolcularda gözlemliyor musunuz? Bizim zamanımızda Fener forması giymek büyük bir şerefti. Bütün futbolcular bunun idraki içindeydi. Sezon sonu geldi diye transferi hiç düşünmezlerdi. İçinde bulundukları takımı bırakıp bir başka takımın ve rengin hayalini düşünmezlerdi. Şimdi her şey daha profesyonelleşti. Aslında onlarda da forma aşkı var. Düşünün Galatasaraylı bir futbolcu eğer bir sorunu yoksa niye ayrılsın ki takımından? Takımında mutluysa idarecilerle bir sorunu yoksa layıkıyla formasının taşır. Ancak bugün futbolcularda bazen profesyonellik daha ağır basıyor. Fenerbahçe'nin ve Milli Takım'ın unutulmaz futbolcusu M. Ali Has ağabeyiniz. Sohbetin hemen başında abim nasihatler verirdi demiştiniz. Nasıl nasihatlerdi bunlar? Sadece nasihat değil, beni fizikman de eğitirdi. Fener genç takımında oynarken Sabri hoca bize 3 gün antrenman yaptırırdı. 2 gün de abim bana ayrıca idman verirdi. Yani haftanın 5 günü çalışma yapardım. Yeniköy'de bir futbol sahası vardı ve beni oraya götürüp çalıştırırdı. Peki ailenizden, oğullarının ikisinin de futbolcu olmalarından dolayı tepki gelmedi mi? Annem şefkatinden dolayı o kendisi idmanını yapıyor sen niye yükleniyorsun diye kızardı ağabeyime... Fakat abim futbolun içinden geldiği için bildiğinden şaşmazdı. Futbolculuk dönemlerinizde abinizle yan yana oynadınız mı? Son döneminde oynadım. Bir buçuk yıl Fenerbahçe'de beraber takımdaydık. O sonra Adaletspor'a gitti. Ben Fener'de devam ettim. Abinizin futbolculuğunu nasıl buluyordunuz? Abimin oyun tarzı, futbol tekniği benimle bağdaşmıyordu. Abim gerçekten çok teknik, çok çabuk, çok iyi top kullanan, asistlik yapan, gol atan bir futbolcuydu. Bana göre ben abimin tam tersi, futbolu düz fakat hızlı oynayan, çok koşan, boş yerleri dolduran kısaca bugünkü futbolu oynuyordum. Jübile yaptınız mı? 1969-70 futbol sezonunda yaptım. Jübileme ünlü Alman futbolcu Uve Seeler de gelmişti. Dolmabahçe (İnönü) Stadı'nda futbola veda ettim. Özellikle derbi maçlarda o dönem taraftarların tutumu nasıldı? Şimdikilere göre son derece anlayışlı idiler. Koro halinde küfürleşmeler olmazdı. Kazanan takım kendi takımları olmasa bile rakip takımı alkışlayarak uğurlarlardı. Her iki takımın taraftarı maç sonrası kolkola çıkardı sahadan. Fanatiklik diye bir şey kesinlikle yoktu ortada. Taraftarın yanı sıra anladığım kadarıyla futbolcuların ilişkileri de son derece sıcakmış. Çok doğru bir tespit. Saha içinde rakip olsa bile futbolcular dışarıda arkadaşlıklarını ailece görüşerek devam ettirirlerdi. Dargınlık kırgınlık olmazdı. Maç içinde pozisyon gereği birbirlerine sert girseler bile özür dilemesini bilirlerdi. Halen Türkiye Futbol Federasyonunda çalışıyorsunuz. Göreviniz nedir? A Milli Takım sorumlusuyum. 10 yıldır federasyondayım. Son üç buçuk yıldır Haluk Ulusoy yönetiminde bu görevi yerine getiriyorum. Ne kadar devam edeceksiniz? 10 yıldır federasyondayım. Şenez Erzik döneminde çalışmaya başladım. Son üç buçuk yıldır Haluk Ulusoy başkanlığında A Milli Takım sorumlusu olarak çalışıyorum. 1 Haziran 2003'de kongre var. Şu anda biz devam edeceğiz veya etmeyeceğiz diye bir şey söyleyemem. Haluk Ulusoy federasyondan ayrılırsa biz de çekileceğiz. Şu meşhur Letonya maçları sonrasında 2004 Avrupa Şampiyonası'ndan elendik. Çok yoğun tepkiler aldınız. Oysa 2002 yılında bu federasyon görevdeyken Türk Milli Takımı dünya üçüncüsü oldu. Eskiden bunun hayalini bile kuranlara deli derlerdi. Federasyon bu dönemde değerli ve tarihi bir hizmet yaptı. Bunu da unutmamak gerekir. Peki, sizce göreviniz bitti mi? Haluk Ulusoy alt yapıya, eğitime ve Türk takımlarının her birine çok değer veriyor. Türk futbolunun başarı çıtasını daima yükseltmeye çalışıyor. Çok ciddi başarılara imzasını atmak istiyor. Hedefleri var ve bunlar da doğru hedefler. Bu hedeflere ulaşmak ve Türk futbolunun başarısı için icraat yapmak istiyor. Zaman onu haklı çıkardı. Dolayısıyla ekip olarak görevimizin bitmediğini söyleyebilirim. Onlara bornoz bize havlu... Fener'de abiniz M.Ali Has ile birlikte çıktığınız ilk maçı hatırlıyor musunuz? Hayır. Onlar takımın büyükleriydi. Ben, Can Bartu ve Avni Kalkavan Fenerbahçe'nin genç takımından gelmiştik. Biz o zamanlar yedek kulübesinde otururduk. Onlara bakıp iç geçirirdik. Oyunlarını seyredip stillerini öğrenmeye çalışırdık. O dönemde bizimle onların soyunma odaları bile farklıydı. Onlar bornoz giyerdi, biz küçücük havlulara sarınırdık. Onların soyunma odalarında havuz vardı, bizde sadece bir duş bulunurdu. Onların soyunma odalarına giremezdik bile... Yasak mıydı? Hayır, saygımızdan dolayı... Onlar izin vermediği sürece bunu ayıp sayardık. Çalımla 'Fener' yazdı mı? Abiniz M.Ali Has hakkında ilginç bir söylenti var; Fener'in bir Yunan takımıyla yaptığı maçta topu kaleciden almış ve çalım ata ata sahaya "Fener" yazmış. Bu gerçekten oldu mu yoksa onun Fenerbahçe aşkını anlatmak için mi çıkarıldı? Olay biraz efsaneleştirilmiş. Abim maç içinde bazen kendini kaybederdi. Mesela bir kişiyi geçiyordu, pas vermesi gerekirken bir kişiyi daha, bir kişiyi daha geçip öyle pas atıyordu. Hatta ben gazetede İsmet Gümüşdere'nin çektiği resmini görmüştüm. Bir Fener-Vefa maçında abim 4 kişiyi çalımlamış. Çalımı yiyen yere uzanmış, kaleciyi de geçip gol atıyor.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.