"Son anlatacağımla dersimizi noktalayalım çocuklar..."

A -
A +
"Bu memleket öyle bir memleket ki ne cevherler gizli bilemiyoruz. Onları arayıp bulmak lazım…"
 
Nuri öğretmen:
-Çocuklar, hepinizin de anladığı doğru. Bu menkıbeyle insanların çoğunda olan bu kalp hastalıklarına derman olmaya çalışılmış bir nebze de olsa. Anlatabildik mi Yılmaz?
-Babam der ki “Anlamayana davul zurna azdır…” galiba ben hangi gruptan olduğumu çözemedim.
-Anlarsın Yılmaz. Bu memleket öyle bir memleket ki ne cevherler gizli bilemiyoruz. Onları arayıp bulmak lazım…
-!!!
-Son anlatacağımla dersimizi noktalayalım çocuklar. Sözümüz ibret alanlara.
-Anlatın öğretmenim.
-Yalnız sağa sola bakmadan dikkatlice dinleyin!
-Dinliyoruz öğretmenim!
-Kendi hâlinde dağlarda gezen derviş tabiatlı, âlim bir zat-i muhterem varmış. Yağmur sonrası, sel yataklarında, “Yaralı bir hayvan var mı? Yardım edeyim” diye dolaşırken çok kıymetli bir taş bulmuş. Niyet güzel olunca Cenab-ı Allah, karşısına en güzel şeyleri çıkarıyor. Bulduğu şey paha biçilmez bir hazineymiş. Ertesi gün, kırda bayırda araştırma inceleme yapıp tefekkür ederken kendisi gibi bir seyyahla karşılaşmış. Gelen seyyaha ikramda bulunmak için azık torbasını açmış, garibi davet etmiş. O da meğer günlerdir açmış. Daveti hemen kabul edip sevinerek sofraya oturmuş. Çıkartılan kete, çörek, kavurma, pastırma; Allah ne verdiyse nefes almadan yerken dağarcığın bir kenarında göz kamaştıran bir şey görmüş, öylece donakalmış. O pek kıymetli taştan gözünü bir türlü alamıyormuş. Âdeta büyülenmiş. Elinde olmadan; “Aman ya Rabbi, bu ne güzellik” demiş, hayran hayran seyretmiş bir müddet. Taşı bulan âlim de bulduğu kıymetli taşı çok beğenen misafire hiç tereddüt etmeden “Al senin olsun” demiş, uzatmış. Adam, sevincinden çıldıracakmış neredeyse. Bir elindekine, bir verene bakmış boş gözlerle. İçinden de “Bu adamın herhâlde akıldan zoru olmalı, taşın kıymetini bilmiyor ki bana verdi” deyip pek seviniyor, bir taraftan da geri istemeden bir an evvel uzaklaşmanın yollarını arıyormuş. Alelacele karnını doyurduktan sonra da müsaade isteyip defalarca teşekkürler ederek, helâllik almış ayrılmış…
Bu taşın, hayatının geri kalan kısmını zengin olarak geçirecek kadar kıymetli olduğunu biliyormuş. Hakikaten de çok müreffeh bir hayat kurmuş, zengin, hayırsever biri olarak yaşamış…
Uzun seneler sonra bu zengin seyyah, kendine hazineler bağışlayan dervişi merak etmiş arayıp dünya gözüyle bir daha görmek istemiş. Uzun mücadeleler neticesinde kıymetli taşı aldığı bu derviş kisveli âlimi bulmuş. Seneler oldukça yıpratsa da hâlâ ilmine, ibadetlerine devam ediyormuş. Hürmetle huzuruna çıkmış. “Derviş baba beni tanıdın mı?” diye sual edince hiç tereddüt etmeden; “Sen o seneler öncesi Karadağın kara yamaçlarında yemek yediğimiz seyyah değil misin?” diye cevaplayarak aklının başında olduğunu, her şeyi bilerek yaptığını da ima etmiş. Zengin adam, bu sefer âlime, "Senden kıymetli taş falan istemiyorum, ondan daha kıymetli bir şeyini istiyorum. Bana onu verebilir misin?" demiş. Derviş, daha kıymetli ne istediğini sorunca, seyyah: "Bu eşsiz kıymetteki taşı bana vermeni sağlayan şeyi” demiş. Demiş ama âlim de “İşte onu yapamam! Çünkü o benim elimde değil” diye cevaplamış…
DEVAMI YARIN
300
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.