14 Mayıs seçimleri ve şahlanan devletçilik

Sesli Dinle
A -
A +
Devletçilik genel olarak toplumsal hayatın merkezine devleti yerleştirme ve devleti tüm sosyal olguların temelinde görme eğilimi olarak tanımlanabilir. Devletçi bakışa göre devlet bir toplumun her şeyidir. Topluma öncülük yapması ve onu sevk ve idare etmesi gerekir. Devletin topluma liderlik etmesi dinî, kültürel, ekonomik alanlarda tezahür edebilir.
 
Ekonomik devletçilik devletçiliğin en önemli sahalarındandır. Çok geniş bir etkiye sahip olması beklenir. Değişik alanlarda devletin topluma öncülük etme rolüne itiraz eden kimseler bile konu ekonomik devletçilik olunca hemen teslim bayrağını çeker.
 
Ekonomik devletçilik devletin iktisadî hayatı tam olarak düzenlemesinin mümkün ve gerekli olduğuna inanır. Buna göre devlet bir toplumu ekonomik olarak kalkındırmaya muktedirdir. Devlet insanların, ailelerin ve sosyal grupların refah seviyesini istediği gibi yükseltebilir. Gelir seviyelerini belirleyebilir. İnsanlara iş verebilir. Fakirlerin ağır hayat şartları tarafından ezilmesini önleyebilir. Bütün mesele devletin bunu yapmak istemesi ve devlet desteği talep eden kesimlerin bunu hak ettiğine devleti inandırmasıdır.
 
Bu elbette yanlış ve zararlı bir bakış. Devletin var olması bir toplumu müreffeh kılmaya yetseydi, bugün dünyanın hiçbir yerinin fakir olmaması ve devletler altında yaşayan tüm insanların müreffeh hayatlar yaşaması gerekirdi. Oysa durum çok farklı. Bu da gösteriyor ki bir devletin var olması zenginleşme için yeterli değildir.
 
Zenginleşme bir üretim meselesidir. Her zenginlik unsurunun belli bir ömrü vardır. Zenginliğin var olması bir defaya mahsus olarak büyük üretim yapılması değil sürekli üretim yapılmasıdır. Nitekim Adam Smith bir milletin zenginliğini o milletin ihtiyaçlarını karşılamada kullanılacak mal ve hizmetlerin toplamı alarak tanımladı. Böyle bakıldığında dünyanın en müreffeh toplamları en çok üreten toplumlarıdır. ABD zenginliğinin altında yatan budur. Çin ve Hindistan gibi yaygın yoksulluk yaşayan ülkelerin fakirlikten çıkması ve daha yüksek refah seviyelerine ulaşması da üretim artışı ile mümkün olmaktadır.
 
Devlet üretim artışında başı çekemez, ikincil bir role sahiptir. Bir devlet sağlam bir para politikası izler, özel mülkiyet ve hür teşebbüs garantisi sağlar, mülk ihtilaflarını âdil biçimde çözer ve öngörülebilir ekonomi politikaları uygularsa bu bakımdan üzerine düşen görevi ifa etmiş olur. Gerisi topluma kalmıştır.
Ne var ki özellikle seçim zamanları bu hakikatin epeyce unutulduğu dönemler oluyor. Seçimlerde partiler alabildiğine çok vaatte bulunuyor. Çeşitli toplum kesimlerini bu vaatlerle etkileyerek onların oylarını toplamak istiyor. 14 Mayıs seçimleri bunun iyi bir örneği. Özellikle muhalefet, sırtında yumurta küfesi taşımaması, ülkenin rakamlarından habersiz olması ve bir şekilde iktidara gelmeyi her şeyden çok istemesi yüzünden abartılı vaatlerde bulunabiliyor.
 
Bu tavır siyaseti özü itibarıyla bir rant kavgasına çeviriyor. Herkes boyuna ve cüssesine göre siyaseti kullanarak ekonomik rant elde etmeye çabalıyor. “Atanamayan öğretmen” atamasını yaptırmaya, ihale peşinde kaşan müteahhit bir şekilde bir ihale kapmaya, erken yaşlarda emeklilik bekleyen birileri emekli olmanın bir yolunu bulmaya çabalamakta. Bu süreç sonunda toplumda zenginlik oluşturmada etkili olan faktörleri başarısız hâle getirmekte ve ülke fakirlikte kalıcı olmakta. Böylece devlet iç ve dış güvenliği sağlama ve adalet dağıtımı gibi temel alanlarla sınırlı olmaktan çıkıp iri bir yapıya dönüşmekte.
 
Türkiye’nin bu problemi fark etmesi ve siyasi kültüründe radikal değişiklikler gerçekleştirmesi şart.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.