Cumhuriyet fikrinin tarihî ve fiilî kökleri de anayasal monarşi gibi hayli eskiye gitmektedir. Zamanımızda demokrasilerin bir kısmı cumhuriyet olarak yapılanmıştır. İlk modern cumhuriyet ABD’dir. Almanya, Avusturya, Fransa gibi önemli ülkelerin de cumhuriyet sistemine sahip olduğu görülmektedir.
Ancak, cumhuriyet fikrinin demokrasi ile bağdaşması anayasal monarşinin demokrasiyle bağdaşmasına nispetle daha zayıftır. Özellikle yirminci yüzyıl bu bakımdan çok ilginç bir dönemdir. Sovyetler Birliği, Nasyonal Sosyalist Almanya totaliter bir renge sahip tipik cumhuriyet örnekleridir. Keza, Orta Doğu’da da otoriter cumhuriyet örnekleri vardır. Örneğin Saddam Hüseyin’in Irak’ı veya bugünkü Esad Suriye’si ile bir tür "İslamist" İran da otoriter (hatta bir ölçüde totaliter) cumhuriyetlere örnek olarak verilebilir. Türkiye de tek parti diktatörlüğü döneminde tüm demokratik siyasi özelliklerden tamamen uzak kalan ve insan hak ve özgürlüklerinden önemli ölçüde mahrumiyete neden olan bir yarı otoriter-yarı totaliter cumhuriyet örneği yaşamıştır. Zamanımızda antidemokratik vasıflarıyla dikkat çeken Kuzey Kore ve Küba gibi ülkeler de cumhuriyettir. Bütün bunlar da gösteriyor ki cumhuriyetler demokratik olabileceği gibi otoriter veya totaliter de olabilmektedir.
Özellikle vurgulanması gereken bir nokta, cumhuriyet fikrinde totaliter bir nüvenin mevcut olması. Bunun kaynağı cumhuriyetin bir “erdemliler rejimi” sayılması ve bu erdemlilik hâlinin oluşturulmasının devlete ait bir kamusal görev olarak görülmesidir. Bu, elbette, toplumsal hayatın tabiatına aykırıdır. Neyin erdem olduğuna neyin erdem olmadığına bir politik otorite ve/veya onun peşinde gezinen ve çoğu zaman kamu otoritesini kendi ideal toplum projesinin aracı kılmak isteyen totaliter kafalı aydınlar değil, sokaktaki insanlar karar verir. Bu bakış, maalesef, bir ulus oluşturma ve ulusu bir anlamda devletle özdeşleştirme çabasıyla örtüştüğünde, adına ister çağdaşlaşma, ister çağdaş uygarlığı yakalama, ister modernleşme hamlesi deyin, topluma geniş çaplı müdahaleleri gerektirmekte ve bu tür müdahaleleri haklı göstermektedir. Bahsettiğim tüm antidemokratik cumhuriyetlerde ve bu arada Türkiye’nin tek parti cumhuriyeti döneminde karşımıza çıkan manzara budur.
Cumhuriyeti anayasal monarşiye karşı savunmada kullanılabilecek en önemli argüman eşitliktir. Başka bir deyişle monarkın belli bir aileden gelme mecburiyetine karşılık cumhuriyette teorik olarak herkesin devlet başkanı olma hakkının bulunmasıdır. Kuşku yok ki, bir demokraside, ister cumhuriyet olsun ister anayasal monarşi, seçim ile gelinen çok sayıda makam vardır. Anayasal monarşide ise demokratik seçimlerle gelinemeyecek tek yer monarklıktır. Bu da cumhuriyetin lehine kuvvetli bir argüman olarak ileri sürülebilir.
Bu argümana cevap vermek için şu noktaların altı çizilebilir. Anayasal monarşide aile içinden gelen monark sembolik yetkilere sahiptir. Asıl önemli makam olan başbakanlık seçimle kazanılır ve herkese açıktır. Ayrıca, bir cumhuriyette herhangi bir kimsenin cumhurbaşkanı olma ihtimali, özellikle kalabalık ülkelerde, çok azdır. Milyonlarca insanın yaşadığı cumhuriyetlerde insanların hemen hemen tamamının bu makama gelme şansı sıfıra yakındır. Dolayısıyla, fiiliyatta değişen bir şey yoktur. Değişiklik daha ziyade hissiyattadır.
Demokrasilerin elbette cumhuriyet olarak yapılanması da mümkün. Ancak, anayasal monarşilerin demokrasi ile bağdaşmada ve daha iyi demokrasi tecrübesine yol vermede cumhuriyetlerden çok daha başarılı olduğu da açık bir gerçek.