Barış taraftarlığı, Fincancı’nın kınanmasını gerektirir!

Sesli Dinle
A -
A +

Adalet, özgürlük, barış gibi kavramların bir tarihî ve bir de entelektüel geçmişi var. Bunlardan habersiz kimseler, genellikle şık görünmek için, bu kavramları tepe tepe kullanır; hem olur olmaz, ilgili ilgisiz yerlerde, platformlarda bu kavramları dile getirir hem de onların anlamlarını çoğu zaman çarpıtır. Boğaziçi Film Festivali’nde yaşanan vaka bunun tipik bir örneği...

 

Olayı hatırlayalım. Kendisine ödül verilen bir yönetmen ödülünü “sırf barış istediği için” hapsedildiğini söylediği TTB Başkanı Şebnem Fincancı’ya atfetti. Oyuncu Burak Haktanır ise buna itiraz ederek Fincancı’nın TSK’ya iftira attığı için cezaevinde olduğunu söyledi. Katılımcıların önemli bir bölümü yönetmene destek verdi; salonu alkışa boğdu. Sunucu Korhan Abay da Haktanır’a çıkıştı ve “TSK kendini koruyamaz mı?” diye laf attı.

 

Burak Haktanır’ın ısrarla altını çizdiği gibi Fincancı barış istediği için değil TSK’nın teröristlerle mücadelesinde kimyasal silah kullandığını iddia ettiği için tutuklu olarak yargılanmakta. Tutuklamanın ne kadar doğru olduğu tartışılır. Bana kalırsa tutuklanmadan yargılanması daha yerinde olurdu. Ancak gerek tutuklanma gerekse yargılanma sebebi, tek kaynağı PKK olan bu iddiayı bir defa dile getirmekle yetinmeyip PKK’lı bir yayın organına çıkarak tekrarlaması.

 

Fincancı aldığı bir cezadan dolayı değil, yargılanmak için hapiste. Muhtemelen bir süre sonra serbest bırakılacak ve yargılaması devam edecek. Hapse atılacak mı, atılacaksa ne kadar süreyle hapiste kalacak, bütün bunlar yargılamanın sonucuna bağlı. Ancak PKK’lı, sol ve kimi muhalif çevreler durumları ve süreçleri birbirine karıştırmakta çok mahir...

 

Olayı başlatan sözleri sarf eden yönetmen, Fincancı’nın barış istediğinden söz etti. Ne onun ne de Fincancı’nın barışın ne anlama geldiğinden haberdar olmadığı belli. Barış kelime olarak şiddetin yokluğu anlamına gelir. Hürriyet ve adalet gibi negatif bir kavramdır. Barışın olması insanların diğer insanlara karşı pozitif yükümlülük getiren bir edim değil negatif bir yükümlülük -şiddet kullanmama- altına girmesi anlamına gelir.

 

Devlet, zamanımız toplumlarında şiddet kullanma tekeline sahip bir organ olarak görülür. Devlet şiddetinin meşru olup olmamasının ana ölçüsü ise devletin insan haklarına bağlılığıdır. Demokratik devletler bu yüzden insan haklarına saygı gösteren bir anayasaya bağlı olarak yönetim işini üstlenmek zorundadır. Anayasal yönetim geleneğinin sebebi ve hikmeti budur.

 

Buna karşılık PKK gibi terör örgütlerinin kullandığı şiddet gayrimeşrudur. Bunun ana sebebi demokrasilerde siyaset yapma imkânının bulunmasıdır. Demokrasiler şiddete müsamaha gösteremez. Taleplerin dile getirilmesi ve topluma aktarılması için demokratik yolların ve usullerin kullanılmasını ister. Hatta daha fazlası, demokrasiler mesela partilerin şiddetten uzak kalmakla yetinmeyip şiddeti açık bir şekilde kınamasını da ister. İspanya’daki Batasuna partisinin kapatılmasının nedeni de budur.

 

Barışın ne olduğunu bilen ve gerçekten barış isteyen biri öncelikle gayrimeşru PKK şiddetine karşı çıkmak zorunda. Bu durumda gerçekten barışa taraftar olmak Fincancı’ya destek olmayı değil karşı çıkmayı ve onu PKK çizgisinde konuşmasından dolayı eleştirmeyi ve kınamayı gerektirir. Ama burnu havada ve şöhretinin veya bir alanda başarılı olmasının kendisine bilmediği meselelerde söz sahibi olma hakkı ve yetkisi verdiğini zanneden ‘sanatçı takımı’na bunu anlatmak çok zor...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.