Çok istediğim Diyarbakır Anneleri ziyaretini nihayet 16 Temmuz’da gerçekleştirme imkânı buldum. Her annenin ayrı fakat özünde benzer bir hikâyesi vardı. Her biri, kendi rızası dışında, tabiri caizse, “dağa kaldırılan” evladının peşindeydi. Annelerden birinin dediği gibi: “Bir annenin yüz tane çocuğu olsa bile birinin bu şekilde ortadan kaybolması katlanılabilecek bir durum değil.” Ziyaret boyunca duygulanmamak imkânsızdı. Gözlerimden yaş gelmemesi için kendimi çok zorladım.
İlk dikkat çekçi durum annelerin tamamının sıradan ailelerden olmasıydı. Bu insanlar hayatını kazanma çabası içinde olan ortalama Kürt ailelerindendi. Hiçbiri zengin ve statü sahibi değildi. Nitekim çocuklarının kaçırılması veya kandırılması da bunun bir sonucu ve işaretiydi. Her bir hikâye gerçekten yürek dağlayıcıydı. Genellikle yirmi yaş altı ve ortaokul veya lise yıllarını yaşamakta olan çocukları ya doğrudan doğruya PKK tarafından kaçırılmış ya da HDP tarafından dağa yollanmıştı. Dolayısıyla eylemlerinin, daha doğrusu direnişlerinin yeri ve hedefi çok isabetliydi.
Direniş kendiliğinden ortaya çıktı. Hacire adlı bir ananın HDP tarafından dağa kaldırılan evladı için HDP yönetimindeki Diyarbakır Belediyesi önünde tek başına başlattığı eylem bu toplu direnişin ilk kıvılcımı oldu. Mangalda kül bırakmayan ve mütemadiyen demokrasiye ve devlete direniş çağrıları yapan HDP takımı Hacire Ana'yı eyleminden caydırmak için deterjanlı suyla bulunduğu yeri yıkadı. Üç gün boyunca da ıslak yerlerin kurumaması için dikkat etti. Ancak Hacire Ana yılmadı. Bir sonraki eylem yeri HDP Diyarbakır binası önüydü. Orada da direnen Hacire Ana dağa HDP tarafından gönderilen evladının HDP tarafından kendisine telsim edilmesini cesaretle istedi…
Bu asil direnişi gören başka anneler de kervana katılmaya başladı. Elbette bu insanlar için bir güvenlik sorunu doğdu. Nitekim, silahlı ve acımasız bir çete olan PKK, anneleri çeşitli şekillerde tehdit etti ve eylemden vazgeçmeye çağırdı. Bu tehditlere devlet bu insanları koruma altına alarak ve ihtiyaçlarını karşılayarak cevap verdi. Annelerin dediğine göre, bu eylem daha yıllar boyunca devam edecek. Anneler evlatlarının dönüşüne kadar orada kalmaya çok kararlı. HDPKK çizgisi ise bir çıkmaz içinde. Annelerin hayatta olan evlatlarını geri göndermeleri elbette eyleme yeni anneleri çekecek. Böylece eylem kendi kendisini sürdürecek. Ta ki PKK dağılana kadar.
Bu eylem çeşitli şekillerde yorumlanabilir. İlk olarak, kelimenin tam ve gerçek anlamında bir sivil toplum direnişiyle karşı karşıyayız. İkincisi, silahlı bir çeteye karşı silahsız olarak direnilebileceğini görmekteyiz. Demek ki silah sahibi olmak, 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsünde de örneğini gördüğümüz üzere, her zaman güçlü ve üstün olmaya yetmeyebiliyor.
Üçüncüsü, masumiyet ve meşruiyetin hainliğe ve eli kanlılığa karşı mücadelesine şahit oluyoruz. Dördüncüsü, bireyin haklarının grup adına yapıldığı iddia edilen hak mücadelelerinden daha değerli olduğunu annelerin ağzından ve duruşundan öğreniyoruz. Sonuncu ancak belki de en önemli nokta, direnişin HDPKK’nın -veya KCK’nın- şimdiye kadar karşılaştığı en büyük ahlâkî meydan okumayı teşkil ve temsil etmesi. Bu o kadar büyük ve değerli bir meydan okuma ki, KCK anlamlı, anneleri teskin edecek ve direnişten vazgeçirecek bir cevap bulmakta zorlanıyor…
Kalbimi Diyarbakır Anneleri’nde bırakarak döndüm. Ama bütün iyi dileklerim ve dualarım annelerin yanında. İnanıyorum ki direnişçi annelere devamlı yenileri katılacak. Annelerin feryadı KCK -HDPKK- çizgisini asla rahat bırakmayacak. Bu büyük ahlâkî meydan okuma KCK’nın sonunun gelmesine büyük katkı yapacak.
İnşallah hocam, İnşallah Annelerin haykırışı ses getirir ve bir an önce barış sağlanır. Amin.