Felaketin düşündürdükleri

Sesli Dinle
A -
A +

Türkiye maalesef büyük bir felaket yaşadı. Tarihindeki en büyük depremlerden ikisi 6 Şubat’ta Kahraman Maraş merkez olmak üzere 10 vilayeti etkileyecek biçimde arka arkaya gerçekleşti. Binlerce ölüm, on binlerce yaralanma ve milyarlarca dolarlık tahribat ortaya çıktı… Depreme ilişkin çok şey yazılıp çizilecek elbette. Hemen akla gelen birkaç hususa işaret edeyim...

 

En başta söylenmesi gereken, insanın kendisinin ve tabiatın efendisi olmadığı. Özellikle Aydınlanma Çağı’nda ortaya çıkan ve gelişen felsefî köklere sahip bir anlayışla insan zaman zaman kendisinin ve dünyanın kaderini tek başına ve bütünüyle belirleyebileceği zannına kapılmakta! İnsan diğer canlılardan farklı olarak tabiatına ters, tabiatı tarafından olağan şartlarda izin verilmeyen işler yapmayı başardı. Yüz kilometre hızla karada gitmek veya kuşlara benzer şekilde uçabilmek gibi. Ancak, buna rağmen insan ne kendi kaderinin ne de dünyanın efendisi... Hayatımız birçok bakımdan başka ve kontrol edemediğimiz güçlerle ilişkili. Bu çerçevede insan tabiat olayları karşısında aciz. Büyük depremler, yangınlar, su baskınları maalesef insanın kontrol edemediği ve sadece etkilerini silmeye veya sınırlamaya çalıştığı afetler olarak hayatımızda. Türkiye’de yaşanan dram bunun örneği.

 

İkinci husus, tabiî afetlerle yüzde yüz mücadele etmenin, onları tam olarak önlemenin imkânsız olması. Depremlerin büyüklüğünü ölçebiliyor insan, fakat depremlerin ne zaman olacağıyla ilgili kesin bilgi geliştiremiyor. Keza depremlerin binalara zarar vermesini önleyici tedbirleri bir noktaya kadar alabiliyor, ancak öyle afetler oluyor ki karşısında her türlü tedbir aciz kalıyor. İnsanın kaderi bu...

 

Üçüncü nokta depremlerle mücadelede zenginliğin oynadığı rol. Artan nüfus, büyük yerleşme merkezleri ve çok sayıda insanın yaşadığı binaların ortaya çıkması insanın depremle mücadelesini güçleştiriyor. Modern şehirler depremlere karşı çadır şehirlerden daha korunaksız. Ancak, gelişen teknolojik bilgi ve artan zenginlik insanın depremlere karşı daha korunaklı binalar yapmasını mümkün kılıyor. İnsanlar depreme karşı gittikçe daha dayanıklı binalar inşa edebiliyor; böylece depremlerin maliyetini azaltabiliyor. Nitekim bütün gözlem ve incelemeler depremlerin fakir ülkelere ve toplumlara daha çok zarar verdiğini gösteriyor. Aynı çapta bir deprem bizden daha zengin olan Japonya’da daha az bizde ise daha fazla tahribata yol açıyor...

 

Beşinci husus insanlar arasında yaşanan ırk, din, dil temelli ayrışma ve farklılaşmaların insan hayatında genellikle zannedildiği kadar önemli olmadığının deprem gibi felaketlerle daha iyi anlaşılması. Deprem insanları vururken, insanlara zarar verirken onların diline, etnisitesine ve dinine bakmıyor. Herkese zarar veriyor. Bu da gösteriyor ki Türkiye gibi doğal felaketlere çok açık ülkelerde asıl millî sorun bu tür afetlere karşı hazırlıklı olmak...

 

Son olarak söylenmesi gereken, depremlerin bir devlete olan ihtiyacı kanıtlaması. Tabiî afetlerle mücadelede elbette her birey ve her kesim bir sorumluluk altına girmek zorunda. Bu çerçevede özel teşebbüsün dinamizminden de yararlanmak gerekmekte. Ancak, liberal ve anarşist teoride yapılan devletin gereksizliğine ilişkin tartışmalar bu tür felâketler karşısında boşlukta kalıyor. Bir devlete ihtiyaç var ve bu devletin ana görevi bu tür afetlere karşı en etkili şekilde mücadele edecek bir yapıya ve araçlara sahip olmak. Bir tür kurtarma organizasyonu gibi işlemek...

 

Depremlerde hayatını kaybeden insanlara Allah’tan rahmet, yaralananlara acil şifalar diliyorum. Tüm milletimize geçmiş olsun, Allah daha kötülerini göstermesin.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.