Gezi isyanları neden yanlıştı?

A -
A +

Gezi isyanları aslında bir çatışan toplumsal talepler problemi olarak boy gösterdi. Bunun anlamı şudur: Bir kamusal alanda veya meselede ne yapılması gerektiği hakkında toplumda genellikle birden fazla ve birbiriyle çatışan talepler ortaya çıkar. Bu taleplerin sahipleri kendi taleplerinin en doğrusu ve en isabetlisi olduğunu düşünür ve alınacak kararın kendi görüşleri istikametinde olmasını sağlamaya çalışır. Onun en doğru, hakkaniyete en uygun, çevreye duyarlı, insanlara fayda sağlayıcı vs. olduğunu iddia eder. Ancak, bütün taleplere aynı anda cevap vermek mümkün olamayacağından, bu taleplerden yalnızca biri karşılanabilir. Böylece diğer talepler ve sahipleri bir anlamda dışlanmış olur.

 

Bu genel bir problemdir, her demokraside boy gösterebilir. Çatışan talepler sistem için ciddî bir problem ortaya çıkartır. Bu sorunun çözülmesi istenir. Bunun için ise gözlerin meşru karar alma hakkına sahip otoriteye çevrilmesi gerekir.

 

Demokrasilerde, özellikle insan haklarına ilişkin olmayan meselelerde, karar alma ve uygulama hakkı seçilmiş otoriteye aittir. Meşru otorite seçimle gelen demokratik otoritedir. Gezi parkı meselesinde meşru otorite ilçe (Beyoğlu) belediyesi, il (İstanbul) belediyesi ve Ankara hükûmetidir. Problem yerel belediye içinde tartışılması ve çözülmesi gerekirken Ankara devreye girdi ve Topçu Kışlası'nın tekrar yapılmasında ısrar etti. Bu karar bazılarını rahatsız etti ama bu, kararın meşru bir otorite tarafından alınması ilkesinin ihlali anlamına gelmedi.

 

Bu kararın yanlış mı doğru mu olduğunu tartışmak anlamsızdı. Elbette kimine göre doğru kimine göre yanlıştı. Ne var ki Gezi isyancıları kararın isabetsiz olduğu iddiasını öne çıkardı. Doğru olanın alanın ne ise o olarak kalması olduğunu ve parkın bölgede insanların nefes alma imkânı bulduğu bir alan hüviyeti taşıdığını, tahrip edilmesinin çevreye de büyük zarar vereceğini öne sürdü. Ancak, zaman içinde talepler parkla sınırlı olmayı çok aştı ve genel boyutlar kazandı.

 

Gezi isyancıları ya çatışan toplumsal taleplerin farkında değildi ya da bunu önemsemiyordu. Vakayı kendileri ile Erdoğan arasında, tabiri caizse, tek kale oynanacak bir maç olarak görme eğilimindeydi. Bu bir ölçüde doğruydu, zira tüm muhafazakâr camia bilhassa ilk günlerde tam bir şaşkınlık içindeydi. Abdullah Gül ve Bülent Arınç gibi parti ileri gelenleri isyancılarla uzlaşma arayışı ve çabası içindeydi. Erdoğan da isyancıları temsil etme iddiasındaki bir heyetle Ankara’da saatlerce görüşmeyi kabul etti ve bir ara görüşmenin iki tarafın anlaşması ile bittiğine dair haberler yayıldı.

 

Ne var ki Erdoğan geniş bir toplumsal kesimi temsil ediyordu ve onun çizgisini benimseyen insanlar olması mukadderdi. Nitekim Kasımpaşa ve Topkapı’da gençlerden aksi istikamete sesler gelmeye ve isyancılar gibi düşünmeyen gençler mesela Harbiye gibi yerlerde meydana çıkmaya başlayınca isyancılar âdeta şok geçirdi. Bu, dayandıklarını ve tek temsilcisi olduklarını iddia ettikleri halkın tamamının onlarla aynı kafada ve çizgide olmadığı anlamına gelmekteydi. Nitekim, isyanlar devam etseydi bir toplumsal çatışma kaçınılmazdı.

 

Gezi isyanları aslında demokratik otoriteye itiraz üzerinden demokrasinin genel kurallarına yapılan bir saldırıydı. Seçilmiş otorite insan haklarına ilişkin olmayan bir konuda meşru karar almaktan engellenmek istendi. Dahası, isyan sürerse seçimle gelmiş iktidardan kurtulmanın mümkün olacağına inanılıyordu. Belki de ordu da devreye girer diye düşünülmekteydi. Ne var ki isyanlar bitti ve tarihe, bazı katılımcıların vakayı iyice romantikleştirme, güzelleştirme ve idealleştirme   çabalarına rağmen, bir demokrasi savunusu değil, demokrasiye karşı bir isyan hareketi olarak kaydedildi.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Yalınız Efe21 Haziran 2024 12:03

Gezi çok saçmaydı da... Sarı Paşa ile bölücü terör örgütü elebaşı Aponun resimleri aynı karedeydi. Burjuva sınıfı mensubu bir sanatçı(!) ise şöyle diyordu: Mesele ağaç değil, hâlâ anlamadınız mı?!