İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, Yüksek seçim Kurulu üyelerine “ahmak” demekten dolayı yargılandığı davada 2 yıl 7 ay 15 gün mahkûmiyet aldı. Ceza kararı önce istinaf mahkemesine daha sonra Yargıtay’a gidecek. Olduğu gibi onaylanırsa İmamoğlu aynı zamanda bazı haklarından ceza süresi boyunca mahrum edilecek. Bu çerçevede kendisine siyasi yasak da gelecek; cezası boyunca herhangi bir partiye üye olamayacak ve seçimle gelinen hiçbir makama aday gösterilemeyecek.
Bu kararın iki açıdan değerlendirilmesi mümkün. İlki kararın hukuka ve vicdana uygunluğu. İkincisi ise kararın yaklaşan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde muhalefetin çıkaracağı aday meselesinde etkileri.
Esas itibarıyla bu kararın yanlış ve haksız olduğu kanaatindeyim. Genel olarak hakaretin ifade özgürlüğü sınırları içinde görülmesi gerektiği yolundaki görüşe mesafeliyim. Bununla beraber, daha önceki yazılarımda açıkladığım üzere, her söze hakaret demek yerine hakaret kavramının dar anlamda kullanılması gerektiğini düşünüyorum. Temel hedef ifade özgürlüğünü korumak ve genişletmek olmalı. Olur olmaz her şeye hakaret yaftasını yapıştırmak ifade özgürlüğünün daraltılması sonucunu verir.
Bana göre birine ahmak demek, çoğu zaman, o kişiye hakaret etmek anlamına gelmez. Evet bu söz özellikle bazıları için çok rahatsız edici olabilir. Ancak, bakılması gereken şey kötü bir söze karşı sözle cevap verilip verilemediği. Ağır bir söz bile olsa bu söze sözle cevap verme imkânı var. “Ahmak” diyene “asıl ahmak sensin” deyip geçilebilir.
İfade özgürlüğünü daraltmayı değil genişletmeyi düşünüyorsak bu tür davalar bence ya hiç açılmamalı ya da çok nadiren açılmalı. Dava açıldıysa da yargı az, sembolik nitelikte ceza vermekle yetinmeli. Bu, muhtemelen Türkiye gibi ifade özgürlüğü açısında problemlerle dolu ülkede takip edilebilecek iyi bir yol. Böylece hem gereksiz mağduriyetlerin önüne geçilebilir hem de ifade özgürlüğünün sınırları gereksiz yere ve zararlı olacak şekilde azaltılmamış olur.
Takip edilebilecek başka bir yol da bu tür davalarda hapis cezasını kaldırmak ve onun yerine para cezası koymak olabilir. Bir başka deyişle bu davalar ceza hukuku konusu olmaktan çıkarılıp tazminat hukuku konusu yapılabilir. Böylece bu tür ihtilaflar bir çekişmeye ve kutuplaşmaya dönüşmek yerine sivil topluma zarar vermeyecek genel sınırları içinde cereyan eder.
Bir diğer sorun alanı ise cezayı ağırlaştırıcı hükümler. Davada aslında bir yıl civarında verilen ceza basın yoluyla ve devlet memurlarına karşı işlendiği için artırıldı. Bunda da çeşitli problemler var. En önemlisi sıradan vatandaşa karşı sarf edilecek bir sözün bir devlet memuruna sarf edilmesinin daha ağır bir müeyyide ile karşılaşması. Bu, vatandaşlar arasında açık bir eşitsizlik doğurmakta. Oysa kamu görevi yapanlar ve kamu kaynakları kullananlar bu tür eleştirilere daha açık olmak zorunda. Bu yüzden bu uygulama da bana pek makul görünmüyor.
Bu vaka Türkiye’de ifade özgürlüğü bakımından hatırı sayılır sıkıntılarımız olduğunun da delili sayılabilir; çünkü sokaktan geçen yüz kişiye mikrofon uzatıp kendilerine ahmak denmesini hakaret olarak kabul edip etmeyeceklerini sorsak, muhtemelen tamamına yakını hakaret olarak görecek ve yargıyı göreve davet edecektir. Yani ifade özgürlüğünün problemleri sadece siyasi veya yargısal kaynaklı değil, hepsinden önce ve hepsinden önemli şekilde, toplumsal kaynaklıdır. Nitekim, ahmak dediği için ceza alanların kendileri de büyük bir ihtimalle kendilerine ahmak denmesini dava konusu yapacaktır. Bu yüzden bu kararı Türkiye’de genel ifade özgürlüğü probleminin bir tezahürü olarak da görmekte fayda var.