Ahlak ile hukuk arasındaki ilişkiler ele alınırken genellikle hukuk kurallarının devlet tarafından uygulanma kabiliyetine sahip fiziksel zora dayanmasına karşılık ahlak kurallarının -toplumdan dışlanma, ayıplanma, kınanma gibi- sosyal müeyyidelere dayandığı ifade edilir. Ancak, hukuk ile ahlâk arasında böylesine kesin ve keskin bir ayrım yapmak her zaman kolay değil. Bazı kuralların aynı anda hem ahlâka hem hukuka ait olması mümkün. Özel mülkiyetin ihlâli -yani hırsızlık- buna örnek olarak verilebilir. Başkalarına ait olan bir şeyi o kişinin rızası dışında kullanmak hem ahlâken kınanacak hem de hukuken cezalandırılacak bir durumdur.
Genellikle insan hak ve özgürlüklerini şu veya bu ölçüde tanımayan ülkelerde, tarihî ve güncel örneklerden takip edilebileceği üzere, ahlak ile hukuk arasındaki ayrım daralmaya meyleder. Aşırı durumlarda ahlak kuralları ile hukuk kuralları aynılaştırılır ve polise bu kuralların ihlâlini takip etme ve hukuk sistemine de ihlâli yapanları cezalandırma görevi ve yetkisi verilir. Günümüzde bu tür bir ülkeye en yakın örneklerden biri, şüphesiz, otoriter bir monarşiden totaliter bir cumhuriyete geçmiş olan İran’dır...
Geçtiğimiz günlerde İran’da elem verici bir hadise cereyan etti. Rejimin kadınlara dayattığı başörtüsü kullanma mecburiyetine bir şekilde uymayan 22 yaşındaki Mehsa Emini İran 'ahlak polisi' tarafından gözaltına alındı ve kendisine şiddet uygulandı. Kadın hayatını kaybetti. Resmî iddiaya göre geçirdiği kalp krizi yaygın kanaate göre ise gördüğü şiddet ölümüne sebep oldu. İran polisi tarafından yapılan açıklamada olay kınanmak yerine kadının ölümünden “bir daha asla tekrarlanması gereken olay” diye bahsedildi…
İran’da kadınların başını örtmesi rejim tarafından uyulması gereken temel ahlâk kurallarından biri olarak görülüyor. Ahlâkçı bir tavır takınan İran resmî makamları kadınları bu kurala uymaya zorluyor. Bu amaçla İran’da bir ‘ahlâk polisi’ birimi de var. Bu yüzden İran’da kadınların başı açık olarak yaşaması, kamusal alana çıkması, tahsil yapması ve kariyer peşinde koşması çok zor.
İran’ın bu tutumunun insan hak ve özgürlüklerine aykırı olduğu açık bir gerçek. Kadınlar, kıyafet kodlarının ne olacağına, ne giyip ne giymeyeceklerine, başlarını örtüp örtmeyeceklerine kendileri karar vermeye muktedir varlıklar. İran’da olduğu gibi başörtüsü takmaya zorlanmaları onların iradesini ve tercihini hiçe saymak anlamına gelir. Böylece bu zorlamaya muhatap kılınan kadınların insan olma özelliklerinin bir kısmı ellerinden alınmış olur. Dayatma aynı zamanda kadınlar ile erkekler arasındaki eşitliğe de aykırı. Devletin maksimum ölçüde tarafsız olması gereken bir alanda bazı vatandaşları lehine diğer bazı vatandaşları aleyhine taraf olması anlamına gelir. Bu yüzden de zorlama yanlış ve zararlı bir tavır…
Bu noktada totaliter İran rejimi ile Türkiye’nin rejimi arasındaki -artık geçmişte kalmış olmasını umduğumuz- bir ortaklıktan bahsetmek gerek. Türkiye’de bir zamanlar kadınların başörtüsü kullanmaları yasaktı. Başörtüsü takan kadınlar eğitim hayatından ve kamuda çalışmaktan dışlanmıştı. Hatta seçilme hakları dahi yoktu. Türkiye bu sıkıntıları demokratikleşerek önemli ölçüde aşmayı başardı. Umulur ki İran’da bu vahim olayın sebep olduğu acı ve yaygın protestolar ülkenin demokratikleşme, insan hak ve özgürlüklerine saygı gösterme yolunda ilerlemesine yol açar ve rejim kadınları başörtüsü takmaya zorlamaktan vazgeçer.