Kadınlara seçme-seçilme hakkı

A -
A +

Zaman zaman Kemalizm ve M. Kemal eleştirileri yapmam bazı kişi ve çevreler tarafından M. Kemal düşmanlığı olarak görülmekte ve sunulmakta. Oysa, yaptığım şey, sadece, ülkenin şekillenmesinde ve toplumsal hayatımızın belirlenmesinde önemli roller oynamış bir tarihî şahsiyetin ve yapıp ettiklerinin değerlendirilmesi. Kişilere "tapmadığım" gibi kişilerden nefret de etmem... Sevgimi tapınmaya, eleştirilerimi ise nefrete taşımam. Bu, mizacıma da dünya görüşüme de aykırı...

 

Bence bir lideri veya tarihî şahsiyeti her bakımdan başarılı veya başarısız bulmaktan ziyade bazı bakımlardan başarılı bazı bakımlardan başarısız bulmak akla ve gerçeğe her zaman daha yakındır. Ne yazık ki ülkemizdeki zihniyet ortamında bu husus çoğu zaman gözden kaçırılıyor. Kişilerin yaptığı yanlışlar veya imza attığı doğrular görmezden gelinebiliyor.

 

M. Kemal’in her yaptığı şeyin yanlış olduğunu ve hayatında asla doğru bulunmadığını söyleyerek onu âdeta şeytanlaştırmayı doğru bulmuyorum. M. Kemal’in asla hata yapmış olamayacağına, söylediği ve yaptığı her şeyin doğru ve yararlı olduğuna inanmayı ve hatta daha ötesine geçip onu "kutsal" bir figür hâline getirmeyi de yanlış buluyorum. Bana göre M. Kemal, özellikle siyasi hayatında, Kürtlere baskı uygulamak, resmî ve meşru muhalefete izin vermemek gibi zararlı sonuçları hâlâ toplumsal hayatımızda olan vahim hatalar yaptı. Ancak, bazı doğru işlere de imza attı. Bunlardan biri kadınlara seçme ve seçilme hakkının tanınması yolundaki ilerlemelerdi.

 

Demokrasiyle serbest ve yarışmacı seçimlerde oy verebilme hakkı arasında yakın bir ilişki mevcut. Oy verme hakkı tarihte bugünkü anlamda ve çerçevede başlamadı, adım adım ilerledi ve yayıldı. Başlarda sadece vergi mükellefi-mülk sahibi erkekler oy verme hakkına sahipken zamanla bu hak bütün erkekleri kapsayacak şekilde genişledi. Kadınların oy verme hakkı bütün dünyada erkeklerinkinden sonra hayat buldu. Bugünkü dünyada oy verme hakkı açısından erkeklerle kadınlar arasında bir ayrım yapmak çok manasız.  

 

Bütün ülkeler kadınlara seçme-seçilme hakkını nispeten geç tanıdı. Fransa’da kadınların seçme ve seçilme hakkı 21 Nisan 1944’te General Charles de Gaulle liderliğindeki geçici bir hükûmet zamanında kanunlaşarak imzalandı. Japonya’da 17 Aralık 1945’te genel seçim yasası güncellendi ve Japon kadınları tarihte ilk kez oy kullanma hakkına sahip oldu. İsviçre’de kadınlar, 1971 yılında yapılan referandum ile oy kullanma hakkına sahip olabildiler. Türkiye’de ise kadınlar 20 Mart 1930 tarihinde belediye seçimlerinde seçme hakkına sahip oldu. Milletvekili seçimlerinde seçme ve seçilme hakkına ise 5 Aralık 1934’te yapılan anayasa değişikliği ile ulaştı. Böylece Türkiye kadınlara seçme ve seçilme hakkını nispeten erken tanıyan ülkeler arasında yer aldı.

 

Bu tespite, Türkiye’de 14 Mayıs 1950 seçimlerine kadar gerçek anlamda seçim olmadığı söylenerek itiraz edilebilir. Bu elbette doğru. Tek partinin egemenliğinde yapılan seçimler hakiki -yani demokratik- seçim sayılamaz. Tek parti rejiminde kelimenin gerçek anlamında hiçbir vatandaşın seçme ve seçilme hakkı yoktu. Buna rağmen, Türkiye’nin bu istikamette attığı adımların çok önemsiz ve anlamsız olduğu da söylenemez. Her şeyden önce bu adımlar psikolojik bir bariyerin aşılmasında etkili oldu. İkincisi, bu hakkın kâğıt üzerinde tanınmasının da etkisiyle, 1950’de gerçek seçimleri yapma zamanı geldiğinde kadınlar oy kullanmaya ve seçilmeye hazırdı. Üçüncüsü, bunun hayat bulması için bir mevzuat değişikliğine ihtiyaç duyulmadı. Bütün bunlara dayanarak M. Kemal zamanında kadınların seçme ve seçilme hakkı kazanmasına doğru tam olmasa bile kısmi bir ilerleme sağlandığı söylenebilir.

 

 

 

Atilla Yayla'nın önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.