Eminim sizin de dikkatinizi çekmiştir, Kılıçdaroğlu’nun en belirgin seçim vaatlerinden biri 300 milyar dolar “temiz para” bulduğuna ilişkin. Televizyonlarda dönen reklam spotlarında devamlı bu “iddia” tekrarlanıyor. Kılıçdaroğlu’nun ABD ve Almanya ziyaretlerinde 300 milyar dolar bulduğu ve Kılıçdaroğlu’nun seçimi kazanması hâlinde bu paranın Türkiye’nin hizmetinde olacağı söyleniyor.
Kuşku yok ki önemli bir sermaye türü olarak para her ekonomi için büyük öneme sahip. Sermaye yetersizliği de Türkiye ekonomisinin bir kronik ve klasik problemi. Bunun en önemli sebeplerinden biri tasarruf oranımızın çok düşük olması. Bu yüzden Türkiye para bulmak için yüzünü dışarıya çevirmek zorunda.
Buna karşılık dünya ölçeğinde bakıldığında çok miktarda paranın da kullanılmayı beklediği görülüyor. Bu paralar çeşitli şirketlere ve ülkelere doğrudan yatırım veya kredi olarak gönderiliyor. Kuşku yok ki bunlar bir hayır faaliyeti olarak gerçekleşmiyor, bir kâr beklentisiyle hareket ediliyor. Özellikle krediler. Her finans kurumunun yaptığı gibi kredi verme süreci kredi verileceklerin çeşitli bakımlardan incelenmesine dayanıyor. Geri ödeme gücü, ülkenin veya şirketin varlıkları, borç ödeme sicilleri vs. gibi unsurlar para ödünç vermede dikkate alınıyor. Verilen kredilere uygulanacak bir faiz de oluyor. Faizin oranı ile saydığım unsurlar arasında bir ilişki var. Riskli yerlere daha az para daha yüksek faizle gidiyor. Kreditörler paraların yok olması riskine girmemeye çalışıyor.
Bu çerçevede Kılıçdaroğlu’nun 300 milyar dolara ilişkin açıklamalarında açıkta kalan noktalar var. Her şeyden önce bir para vaadi mi var yoksa para alındı mı? Bu yeterince açık değil.
Para alındıysa nasıl alındı? Hangi yolla ülkeye getirildi?
Kılıçdaroğlu 300 milyar dolar gibi muazzam bir parayı evinde saklayamayacağına(!) göre para nerede muhafaza edilmekte? Bir diğer mesele alınan paranın esasen sadece borç olması. Anlaşıldığı kadarıyla bir tek başına doğrudan yatırım veya bir Türk vatandaşı ortakla ortak yatırım söz konusu değil. Para kredi olarak verildi veya verileceği vadedildi.
Bu durumda da sorulması gereken sorular var. Para hangi faiz oranıyla alındı? Faizler dünya ortalamalarında mı yoksa daha yüksek mi? Faiz yüksek ise en iyi para bulma yolunun Kılıçdaroğlu tarafından takip edildiğini nasıl bileceğiz? Keza para hangi ödeme takvimiyle alındı? Kısa vadede mi yoksa uzun vadede mi ödeme yapılacağı taahhüt edildi? Türkiye’nin ödeme garantileri neler? Türkiye’ye kefil olan ülkeler veya şirketler var mı? Bir ödememe veya ödeyememe durumunda ülke nasıl bir müeyyide ile karşılaşacak? Borca karşı ne gibi garantiler gösterildi? Alınan paraların nerede ve nasıl kullanılacağı konusunda inisiyatif kimde? Borç verenler sadece parayı verip gerisini Türkiye’ye mi bıraktı? Yoksa paranın nerelerde ve nasıl harcanacağını sıkı bir şekilde takip etmeye mi karar verdi? Para yatırıma dönüşecekse hangi yatırımlarda kullanılacak? Söz konusu yatırımlar için gerekli ön çalışmalar yapıldı ve fizibilite raporları hazırlandı mı? Bu kuruşların kârlı olacağının garantisi var mı? Zarar ederlerse ne olacak? Borç nereden ve nasıl ödenecek?..
Kılıçdaroğlu’nun 300 milyar dolar getirdiği veya 300 milyar dolar verilme sözünü aldığı iddiası ne yazık ki gerçeği yansıtmamakta. Nitekim, Kılıçdaroğlu bu doğrultuda ilk adımı attı ve hemen değil beş sene içinde 300 milyar dolar geleceğinden bahsetti. Büyük bir ihtimâlle bu vaat seçimlerden sonra unutulacak (ve unutturulacak), seçmenleri etkilemeye yönelik, temelsiz bir seçim vaadi olmanın ötesine geçmeyecek.